Türbanın örtemediği Gerçekler
Aslında bu yazı tamamıyla tesadüf oldu. Haftalardır Fransa devlet başkanı Nicolas Sarkozy’nin model arkadaşı ve yeni eşi Carla Bruni’nin çıplak resimleri Avrupa basınının gündemi oldu. Bugün işe giderken, dinlemekte olduğum Radyo24 FKK (Freikörperkultur-çıplak vücut kültürü) derneğinin İsviçre’den yaz tatili için çıplaklar kampına uçak kaldıracağını ve isteyenlerin uçakta ’da çıplak oturabileceklerini ama hosteslerle pilotların giyimli olacağını duyuruyordu. Ben habere kahkahalar atarken, ülkemizde yıllardır gündemden düşmeyen türban aklıma geldi. Bu ne biçim dünya, bir taraf açılıyor saçılıyor, bir taraf da kapanıyor dedim ve kaleme sarıldım.
1975 yılında ölen İspanyol diktatör Franco, ‘Ben ülkemi 38 yıl boğa güreşleri futbol maçları ile yönettim’ demiş. Sanırım bu sözler hepimizin zihinlerinde birtakım çağrışımlar yapar. Siz bir ülkede kanayan yaralara (işsizliğe, açlığa, yoksulluğa, cari açığa, enflasyona, rüşvete, mafyaya) çare olamıyorsanız, bunları unutturmanız gündem değiştirmeniz gerekir. Mevcut hükümet ve bundan öncekilerde bu problemleri çözemediği için halktan gelecek tepkileri azaltmak, kendilerine destek güçler bulmak, hedef şaşırtmak zorundadır. Bunun için boğa güreşlerine başvurur. Bizdeki boğa güreşleri de vatan, millet, Sakarya, savaş atmosferi, türban ve 26 tane kuralı olan bir top oyununu ortaya sürerler, konuşa konuşa bitiremezler, onlar bitince diziler, pop starlar, hülyalar, rüyalar, sedalar, İbolar başlar. Sizin düşünmeye zamanınız kalmazken onlar malı götürürler. Zamanın başbakanı Demirel bile ‘bu top işine önem verelim’ diyerek uyutma modellerinin önemini vurgulamıştır.
Madem bu konuya girdim, düşüncelerimi de yazayım. Graham Greene’nin söylediği gibi insan, eğer insan kalacaksa, taraf tutmak zorundadır ya da CHE’yi dinlersek, “Cinayete tanıklık edince tarafsız olamazsınız. Durdurmak istemezsen taraf tutmuş olursun”. Gelelim türbanımıza. Çok içerikli bir konu. Bazı polemiklere yer vermemek için öncelikle şunu söylemeliyim. Volter misali, söylediklerinizin hiçbirinde sizinle aynı düşüncede değilim, ancak onları söyleme hakkınızı ölünceye değin savunacağım. İnsanların dini inanç ve ibadetlerini birbirlerine zarar vermeden, bilimsel alana bilimsel olmayan görüş ve düşüncelerle girmeden dinlerini tanrıları ile araya sahte elçiler almadan istedikleri gibi yaşamalarını savunurum. Laiklik elden gidiyor çığırtkanlığı koskoca bir yalandır. TC hiçbir zaman gerçek anlamda laik olmadı. Çünkü yüz bin civarında din görevlisine devletten maaş veren bir ülke laik olamaz.
Batıyı model olarak almalarına rağmen despotik geleneklerden asla vazgeçmeyen devlet, her konuya olduğu gibi dine de burnunu sokmaktan geri durmamış, bir yandan laik geçinip öte yandan her zaman olduğu gibi, “yasakla, bastır ve yok et” politikası ile türban meselesini çözeceğini zannetmiş, Fizikteki etki tepkiyi doğurur çağrışımı ile şiddete maruz kalan tarafı daha inatçı ve kararlı hale getirerek politikleştirmiştir. Böylelikle ülkemizde türban bir nevi politik sembol, bir tür başkaldırı bayrağı olarak bir tepki bilinçli ve politik bir nitelik kazanmıştır. Peki, türban yasağının amacı kadını özgür kılmak mı? Kesinlikle değil. Kadınları yasaklarla, cezalarla, baskıyla başlarını açmaya zorlamak, zorla örtünmelerini istemek kadar zorbalıktır. Kadının özgürlüğünü başının açık ya da kapalı olmasına indirgeyen bu baskıcı zihniyet özürlü zihniyettir. Çünkü bu zihniyet kadını iradesiz, kişiliksiz, ikinci sınıf bir varlık olarak görmektedir.
Madalyonun diğer yüzünde, erkek egemen toplumda türbanın esaretin değil özgürlüğün simgesi olduğunu kanıtlamaya çalışan, kadının erkek baskısından dolayı değil inançlarının bir gereği olarak örtünmesi gerekliliğini savunan, örtüsüz kadının namussuz olarak görüldüğü ve her türlü saldırıya açık kaldığı, kapanmazsa cehennemde yanacağı tehdidiyle yüz yüze kaldığı bir toplumda bunu din adına savunan Müslümanlarda tek bir sözüm olur. Böyle bir din kadın için din değil olsa olsa bir esaret zinciri olur.
İlkay Meriç (Başörtüsü ve Kadının Özgürlüğü) yazısında verdiği örnek tek bir şahıs anlayışı olmayıp bütün Müslüman ülkelerin genel anlayışı olması bakımından ilginç ve konuya daha açıklık getirmektedir “Mısır kökenli Avustralya müftüsünün hutbesinde sarf edilen şu sözler, din kisvesine bürünen bu erkek egemen bakış açısını çok güzel özetliyor: “Üstü örtülmemiş bir eti sokağa ya da bahçeye koyarsanız, bir süre sonra kediler gelir ve onu yer. Şimdi bu kimin kabahati? Kedinin mi yoksa üstü örtülmemiş etin mi? Eğer kadın odasında, evinde otursa, başını kapamış olsa o zaman hiçbir sorun çıkmazdı. Sonra karşınıza merhametsiz bir yargıç çıkıp size 65 yıl hapis cezası veriyor.“
Buyurun buradan yakın, yorumu sizler yapın. Örtüsüz kadını üstü açık ete benzeten ve erkeklerin ona saldırmalarını meşru gören, bununla da kalmayıp tecavüz karşısında verilen cezayı merhametsiz bulan bir kafa kadına esareti layık görüyor. Daha olmadı sapık duygularına hâkim olamayan erkek kadının ırzına geçiyor, bununla da kalmayıp töre cinayetine maruz kalırken erkek yine kanun karşısında töre cinayetine sığınarak suçunun affedilmesini istiyor. Yalan, talan, rüşvet, hırsızlık mubah, erkeklik namus, her zaman olduğu gibi bacak arasına ya da saçın telleri arasına sıkışıyor. Karanlıktan korkmayın, hadi bir mumda siz yakın.
anlamak.org