İktidar olmadan akıllı olabilmek
Günümüz dünyasında insanlar arasındaki iletişim ve anlaşmanın tek nesnel yolu hep akıl olmuştur. Akıl nedir, nasıl çalışır konuları bilim adamlarını devamlı uğraştırmış, hakkında sayısız kitaplar yazılmış. Neticede akıl, insanın hem hazinesi hem de cezası olmuştur.
Altı yaşında kendi kendine okumayı öğrenen dokuzlu yaşlarda hikayeler yazmaya başlayan objektivist filozof AYN RAND, akıl hakkında görüşlerini şöyle dile getirir. ‘’Akıl, düşünme sürecini yöneten ve kavramlar vasıtasıyla çalışan yeteneğin adıdır. Akıl, duyu organlarının sağladığı materyali algılayan, teşhis eden, zihne bütünleştiren veya böyle bir süreçle zihinde üretilmiş kavramları bilincin kullanımına getiren yetenektir. Bu yetenek, otomatik olarak işlemez; akıl kullanmak için, herhangi bir insanın akıl kullanma eylemini seçmesi gerekir; insan, gayret göstererek düşünür. İnsan, hayatının her anında ve her konu üzerinde, düşünmekte veya düşünmekten kaçınmakta serbesttir. İnsanlar doğa üstü bilgi yollarına sahip olduğunu iddia ettiğinde hiçbir ikna, iletişim veya anlayış mümkün değildir. Zaten her insanın önünde iki tür hayat mevcuttur. Realitenin tam olarak kavranması görevine zihnini aktif ve gayeli olarak odaklayabilen, yani realiteyi kavramsal olarak anlayabilen ve bu gayreti idame ettirebilen kişi. Diğeri ise bu zahmeti göstermeyen, sürekli düşünmek işini seçmeyen, kendisini yarı-bilinçli bir uyurgezer hale getiren irrasyonellik diye tanımlanan insan hali’’
Yukarda düşünürün izah ettiği gibi insan aklını yeterince kullanma veya kullanmama olasılığı var. Ben burada bu olasılıklar yanında bir de bu akıl kullanma eylemini seçtirmeyip akla müdahale edenleri, ‘sen düşünme biz senin yerine düşünürüz’ diyenleri ele alacağım. John Lock, dünyaya geldiğimizde , insanın beyninin “tabula rasa” (boş levha) gibi olduğunu söylemiş. Biz bu boş levhayı hurafelerle doldurmaya çalışanların pervasız açıklamalarına bakalım.
Malum dünyada kurulan her yeni rejim, her darbe, her diktatörlük kendi resmi ideolojisini inşa ederken aynı zamanda kendi düzenine uygun bir insan tipi yaratılmasına da özen gösterir. Aslında parti değil tam bir cemaat görünümü veren AKP, bugüne kadar hükümet olmuş ama iktidar olamamıştı. Son seçimler sonrası başta yargı ve ordu olmak üzere devletin bütün üst yapı kurumlarını fethedip davulu da çomağı da eline alarak saltanatını ilan etmiştir.
Ülkede bütün olan biten, yaşananlar tek bir insanın dudağından çıkan söze bağlanmış. Recep Tayyip Erdoğan, yazan, çizen, yöneten, oynayan, ölçen, biçen, sorgulayan, yargılayan tek bir insan haline geldi. Bilmediklerini ulemaya soracak, sanata ucube diyecek, ardından dindar bir gençlik yetiştirecek…
Başbakan’ın aklın sınırlarını zorlayan, bilimin önünü kesmeye çalışan bu sözleri her zaman söyleyebileceği sözler olarak görmek eksik bir bakış olur. Çünkü Başbakan bu tür sözleri rahatlıkla söyleyebileceği bir ortamı bir partiyi yarattıktan sonra, bu sözlere itiraz edebileceğini düşündüğü mürekkep yalamışları nasıl susturacağını da gösterdi. Ragıp Zarakolu, “Ağzımın fermuarını protesto olarak kapatıyorum” yazısında şöyle diyor: ‘’Benim bırakılmam, varolan hukuksuzluğu asla düzeltmiyor. Düşünceyi ifade etmek ve yayınlamak bir “cesaret” haline geldi ise durum çok vahim demektir.’’
Bir ülke yönetimi düşünün ki, valileri kaymakamları yarışırcasına içki yasaklayacaklar. Bakanlıklar, soran sorgulayan çağdaş eğitim müfredatını, inananların eğitimine dönüştürecekler. Hak ve özgürlükler kısıtlanacak, örgütsüz, sendikasız, ibadetlerini düzenli olarak yerine getiren, itirazı olmayan dini tornadan çıkmış bir cemaat yaratılacak. Kendinden olmayan halkları ezip sindirmeyi, zorla asimile etmeyi ve farklılıkları yok etmeyi hedef seçecekler, devlet şiddetini ülkede sıradanlaştıracaklar.
Yani akıl ve düşünceye önce teorik müdahale sonra biber gazı, cop, halen susmadıysa zindanları gösterecekler. Tek renkli dindar bir nesil yetiştirme tutkusuyla ülke ve dünya gerçeklerine sırt çevirip, akıl ve mantığı yıkmaya çalışacaklar.
Değerli okurlar, aslında insanlık tarihi anti-akıl dönemlerinin dehşetiyle doludur. Bilim adamları genelinde hiç bir dönemde dindarların ne inancına ne de ibadetlerine karışmamışlardır. Ta ki dindarların dini bilimle açıklama çabası, toplumsal yaşama dini kurallarla müdahelesi, zorunlu olarak bilim adamlarına söz hakkı doğurmuştur. Zaten dindarlar hızla ilerleyen bilime, hiç değişmeyen kuralları ile ayak uyduramamışlar devamlı bilimsel alana bilimsel olmayan söylemlerle saldırmışlar.
Tıpkı bugün ülkemizde yaşananlar gibi. Cahil güçlü savunur misali, dindar bir gençlik yetiştireceğiz. Düşünmek veya düşünmemek, “bilinçli olmak veya olmamak” arasındaki seçim bu. Dindar gençlik, dini eğitimle yetiştirilir. Dini eğitimde düşünen, sorgulayan, şüphelenen, kuşkulanan, itiraz eden akla yer yoktur. Dini eğitim aklı kamulaştırmaya, esir almaya ve esaret içinde tutmaya çalışır. Bireyi reddedip cemaati ve lideri öne çıkartır. Dini eğitimde akla, mantığa yer yoktur, çünkü teori yoktur. Dini eğitimi matematikle anlatamazsınız, sorgulaması sağlaması yoktur. Dini eğitim, düşünmek gelişmek öğrenmek isteyen aklın isteklerini bastırır. Bastırmak psikolojik sorun yaratır, diğer sorunların doğmasına neden olur. İnsan beyni bilgisayarlardaki veri saklanan disk belleklere benzemez, hadi doldu formatlayalım veya genişletelim diyemezsiniz. Dini eğitim insan beynini hurafelerle, belki de hayatta hiç ihtiyaç duymayacağı gereksiz bilgilerle doldurur.
AKP’nin akıl dışı oyunları
Bugün ülkemizde burjuva düzeni kendi miadını doldurup çürümeye başladı. Dünyada kapitalizm can çekiştirmekte, sistem krizlerle sarsılmakta emek – sermaye çelişkisi daha da keskinleşmektedir. Burjuvazi akademik kurumlarda dahil bütün basın yayın organlarının taraflı ve ikiyüzlü yayınına rağmen çöküşünü gizleyemez oldu. Türkiye’de insanlar daha iyi bir toplumsal düzene kavuşmak, insanca yaşamak istiyor. Bu doğal hakları için de kaçınılmaz olarak, ezen ezilen sistemi sorguluyor. İşte bu noktada AKP, polis jopu ve hapishane arasında bütün anti demokratik maharetlerini sergiledi. Şimdi de “beyinsel budama”yı deniyor. Bu beyinsel budamanın en taze örneği şehir tiyatrolarında yaşandı. ‘’Şehir Tiyatrosunda hem belediyeden maaşını alacaksın ondan sonra istediğin gibi yönetime de verip veriştireceksin, böyle saçmalık olmaz.” imiş. Dini eğitime göre tabii olmaz, sorgulayamazsın çünkü. Suça ortak olman gerekir. Tıpkı Deniz Feneri’nde olduğu gibi… Soygun şirketinden yardım alacaksın yardım yapanı hapse atar gibi yapacak sonra serbest bırakacaksın. Soygunu değil, soygunu sorgulayan savcıyı yargılayacaksın.
AKP, sözde dindar gençliği, dindar eğitimi kötülüklere mani olmak için yapıyormuş. Türkiye’de evsizlik yoksulluk, işsizlik, sosyal güvencesizlik, mahrumiyet, sokakta yatma sorunu, savunduğunuz düzenin yarattığı kronik sorunların uzantısıdır. Bu sorunlar dini eğitimle aşılmaz. Dindar gençlik özleminizin asıl özü itaatkâr bir gençlik özlemidir. Açlığını, susuzluğunu, düşündüğünü, okul harçlarının pahalılığını söylemeyen ama şükreden bir gençlik özlemidir. AKP kötülüklerin asıl kaynağını göremiyor, sorunların dibine inemiyor. İyilik – kötülük ikiliğini doğuran, güçlü – güçsüz ikiliğidir. İnsanlar eşit kalabilse, insanca yaşayabilse birbirlerine kötülük yapmaya gerek kalmayacaktır. Kötülüğe çare arayanlar sadece İstanbul’da kaç bin çocuğun neden sokakta yattığı sorusuna yanıt vermelidir.
AKP dönüp özlemini duyduğu savunduğu geçmişe baksın. İnsanlığın tarihsel ilerleyişi ve bugüne gelmesini hiç bir gericilik engelleyememiş. Aklı susturmanın yolu, dili kalemi, klavyeyi susturmak, birçok masum insanı haksız yere zindanlara doldurmaktan ibaret değildir. Akıl susmaz, susmayacak. Aklı klitleyecek ne anahtar ne de klit henüz icat edilmemiştir.
anlamak.org