Sanat ve Sanatçının İkiyüzlülüğü
Bir ülkede yalaklığın sağladığı çıkar, dürüstlüğün sağladığı çıkardan daha verimli olursa o ülke batar. Montesquieu
Sanat, özü gereği muhaliftir.Gerçek bir sanatçı, işte tam da bu yüzden iktidarın emrinde ve ekseninde olamaz.Sanatın her alanı yaratıcı olmayı, eleştirel bakmayı gerektirir. Çünkü sanat yüksek etik ilkeler gerektirir.
Sanatı tasarlayan, ortaya koyan biri vardır, sanat kendi kendine ikiyüzlü olamaz. Eğer sanat bir ülkede ikiyüzlü olmuşsa, sanatçılar ve onlara hükmedenleri sorgulamamız gerekir. Sanat doğası gereği bir yaratıcıya ihtiyaç duyar, bu sanatçıdır. Sanatçı da yaratabilmesi için ön koşul onun özgürce düşünebilmesidir. Yani Ludwig Feuerbach misali ‘’Bir sarayda başka türlü düşünülür, bir kulübede başka türlü’’. Söylemi biraz açarsak ‘’eğer mideniz aç bedeninizde besleyici bir şey yoksa kafanda, usunda, kalbinde ahlak İçin besleyici bir şey yoktur.” Tersinden bakarsak ‘’eğer mideniz saray sofrasında doyuyor ise, o sofrada özgürce düşünemez, o sofrada özgürce konuşamazsınız.’’ Daha da beteri o sofrada konuşuyor, söylemlerinizle ödül alıyorsanız sizlere geçmiş olsun, gücü arkanıza alarak ne sanat yapar ne de sanatçı olursunuz.
Sanatın ne sarayda ne de müzede yapılamayacağı örneğini İsveçli yönetmen Ruben Östlund 2017 Altın Palmiye ödülü alan filmi Kare (The Square) ile Cannes’de gözler önüne serdi. Film, Stockholm’de bir çağdaş sanat müzesinde geçerken, yönetmen, sanatın gerçek hayatla bağını koparması ve çağdaş sanatın, bir nevi gösteriye dönüşmesi üzerine hikâye edilir. Aynı zamanda bu film, sanatın müze, saray gibi sergileme alanlarına hapsedilmesi, insanlarla olan ilişkisini yitirmesi kültür ve sanata yapılacak en büyük kötülük olduğunu gösterir.
İnsanların gerçek yüzleri, menfaatleri söz konusu olduğu zaman hemen ortaya çıkıyor. Sürekli güçlünün yanında yer aImak insanı ikiyüzlü, dalkavuk yaparken ortaya koyacağı işin sanatla bir ilgisi kalmıyor. Çünkü güç dengeleri sürekli değişiyor, ikiyüzlü de bu dengelere göre taraf değiştiriyor. Bu durumda ortalıkta sanatçı adı altında dolaşan ikiyüzlülerle gerçek sanatçıları ayırmak gerekiyor.
Bir iktidar düşünün korona günlerinde ekonomik çöküntü, işsizlik, demokrasi, hak hukuk, adalet, özgürlükler, halk iradesinin gaspı gibi hayati konuları konuşmak çözüm üretmek yerine bunları saklamayı tercih ediyor. Suni gündemler yaratıyor ‘’Ayasofya’’yı ibadete açalım diyor, asıl sorunları konuşmak isteyenleri, konuşup yazanları cezalandırıyor.
İşte böyle bir ortamda insanın aklına “Nerde bu ülkenin sanatçıları aydınları?” sorusu geliyor. Günlük yaşama, gelişmelere gazete sütunlarına, televizyon ekranlarına bakıyoruz. Boy gösterenler, erkek kadın fark etmez programların müdavimleri hep aynı şahıslar. Akıl kirada, söylemler kayıtsız şartsız iktidar güzellemeleri. Bu durumda önceki sorumuzu değişime uğratarak soruyoruz.
“Nerde bu ülkenin sanatçıları aydınları yerine, bu ülkede bugün, aydın ve sanatçı var mı?
Bu ülkede halkı uyandıracak, gerçekleri söyleyecek, yazacak, güneş ışınlarını yeniden görmemizi sağlayacak bir sanatçı bir aydın var mı? Nerde? Kitleler üzerinde saygısı ve hayranlık uyandırabilecek, insanlığa mal olmuş, evrensel bir söylem sahibi, evrensel bir buluş sahibi bir kişi var mı? Nerde?
Bulamıyor ve var olanları da kaçırıyor isek, düzeysiz niteliksiz eğitimsiz birçok insana “sanatçı” ve bunların ortaya koydukları saçmalıklara “sanat” denildiği günümüzde, sanat nedir, sanatçı kimdir ve gerçek sanat eseri nasıl olmalıdır sorularını yanıtlamaya çalışalım.
Sanat, en basit ifadeyle bir şeyler ortaya koyma, yaratma demektir. Bunu yaparken de sanatçı duygu, düşünce, hayal ve güzellikleri anlatımında kullanır. Sanat, bir toplumsal varoluş şekli olarak kabul edilebilir. Bu varoluşu belirleyen başat öğe insanın sınıfsal konumu ve düşünüş şeklidir. Sanat insanın bu varoluşunu anlamlandırırken kişisel çıkarlar gözetilmeden yapılan, zahmetli, buna rağmen diğer insanlara doyumsuz zevk veren etkinliktir. Sanat kitlelerin yaşamları veya inanç sistemleri üstüne ahkâm kesen kanunlar, kurallar koymaz. Sanat, toplumsal yapının bir ürünüdür; toplumsal yapıya bağlı olarak ortaya çıkar, gelişir ve değişir.
Kant’a göre, sanatın kendi dışında bir amacı yoktur. Onun tek amacı kendisidir. Güzel sanatı ancak deha yaratabilir.
Hegel’e göre, Sanattaki güzellik, doğadaki güzellikten üstündür. Sanat insan aklının ürünüdür.
Marks’a göre, Yaratıcı eylem, insanın ve doğanın karşılıklı etkileşimidir.
“Sanatla ekmek pişirilmez.” Bu söze karşılık: “İnsan sırf ekmekle yaşayamaz. Sanat, insanların adeta teneffüs zamanıdır.” Irwin Edman
Sanat, özü gereği muhaliftir. Gerçek bir sanatçı, işte tam da bu yüzden iktidarın emrinde ve ekseninde olamaz. Sanatın her alanı yaratıcı olmayı, eleştirel bakmayı gerektirir. Çünkü sanat yüksek etik ilkeler gerektirir.
Sınıflı toplumlarda, çok katmanlı sanatsal yaklaşımlarla karşı karşıya geliyoruz. Genel olarak nitelikli sanat ürünlerinin ve sanatçıların “muhalif” olduğunu söylemek pek de gerçek dışı olmaz. Ama yine de egemen sınıf, üretim araçlarını ellerinde bulundurduğu gibi sanatsal yaratımı da belirler. Burada baskın olan sanat anlayışı yine burjuva sanat anlayışıdır. Bu sanat anlayışının karşısına ezilenlerin, işçi ve emekçilerin sanatının çıkabilmesi, sınıf mücadelesinin gelişim düzeyi, sanatçının kültürel yapısına bağlıdır.
Siyasi iktidarlar, ülkelerini yönetirlerken; sanatçılar ise toplumun gözü, kulağı, sesi soluğudur, geleceği, dolayısıyla toplumun kendisidir. Yerleri saray sofraları değil, halkın yanıdır.
Yalakalık ödülü olan bir Sanat mıdır?
Her kavram ancak karşıtıyla birlikte bir anlam taşır, eğer dik durmayı anlamak istiyorsanız öncelikle yalakalık kavramının anlaşılması gerekmektedir. Bir yazar için elzem olan özgür kalem, bir sanatçı için elzem olan statükoya başkaldırmak, bir bilim adamı için elzem olan gerçeği söylemektir. Dürüstlük ve dik durmak bunlardan feragat ediyorsanız ‘’geriye ne kalıyor ki?’’ Emperyalizm çağında medya, insanları bilgilendirmek için değil düşünmesini engelleyerek aptallaştırmak için çalışıyor.
Çürüme bir meyvede olursa renginden ya da tadından çabuk anlaşılır ama ‘’insanlardaki çürümeyi tanımak yetenek gerektirir’’ diyor ünlü filozofumuz René Descartes. Demek ki insanlık 500 yıl öncesine göre çok değer kaybetmiş. Günümüzde çürüme öylesine göze batar bir hale geldi ki, çürümeyi görmek için hiç bir deha ve yeteneğe gerek yok, görmemek için ‘’kör ve sağır olmak gerekir.’’ Hem çürümeyi hem de kokuşmayı görmek için bir gece TV-Kanallarında dolaşmanız yeterli. Hepsi burada, politikacı, iş adamı, din adamı, gazeteci, akademisyen, sporcu, sanatçı, TV-spikeri, muhtar, milletvekili anlayacağınız toplumun her kesiminden insanlar bakmaya doyum olmaz. Bunlarda ikiye ayrılıyor; birincisi aynı tornadan çıkmış, hep aynı türküyü, hep aynı yalanı söyleyen rant peşinde, her türlü hava koşullarında ‘’gücü’’ savunan, menfaat görecekleri tarafa dört takla atanlar. İkinci grup biraz muhalif gibi görünen, sanki anlaşmalı olarak oraya gelen ama birinci grubun kumandasında birazcık sınırı aşsalar hemen ‘’hain-terörist-bölücü-dış mihrak’’ damgaları yiyip geri adım atanlar.
Tabii ki bu kanallara Acun’un Dominik adası da dahil. Hep düşünmüşümdür Acun ve iktidar arasındaki bu sarmaş dolaş ilişkiyi. Acun iktidarı övmekten, iktidar da Acun’a teşekkür etmekten hiç yorulmuyor. Hâlbuki iktidar ne içki içilsin, ne kızlı erkekli kalınsın, ne de açık saçık durulsun istiyor. Kızcağız kütüphaneye ‘’şortla’’ giremiyor hatlar belli oluyormuş. Demek ki ülkede ‘’hatlardan’’ kuduran mahlûklar var. Bunlarda sanat, aşk, sevgi, duygu, his yok mübarekler tek hücreli Amipler gibi bölünerek çoğalıyorlar.
İlginç, Acun adasında bunların hiç birine uyulmuyor kız erkek şortlarla beraber kalıyor, öpüşmeler koklaşmalar ona keza ama Acun hiç yönetenlerce eleştirilmiyor. Aslında Acun’a sormayı çok isterdim bu aradaki zihinsel ortaklığa kim karar veriyor. Acun parayı survivor adasında açıklar üstünden kazanıyor, açıklara yasaklar getiren bir iktidara tapınıyor. Yoksa ‘’eyyyy kapitalizm, ahhh para sen nelere kadirsin’’ mi diyelim. Ama olsun Acun her ne kadar yoksullar sofrasına uğramasa da zekâtını veriyor, kanalında yaptığı bütün yardımları yayınlıyor, onlar üzerinden rating fırsatlarını kaçırmıyor. Survivor yarışmacılarına her fırsatta her soru karşılığında ‘’hayırlısı’’ kelimesini söyleyerek, söyleterek iktidarın dilini kullanıyor, düzene olan borcunu ödüyor.
Yalakalık, ceza yerine ödülü olan tek suç olup iktidarlarca desteklenince günümüz yalakaları da mevcut iktidara destek oldukları oranda, kitlelerin hizmetine sunuluyor. Yalakalık deyip geçmeyelim sanki bir sanat, şu sıralar bulaşıcı hastalık gibi toplumun her köşesini bir anda sarmış durumda.
Benim gözümde sanatçı; insanlığa güneş ışığına, aydınlığa, varlıksal öze, haksızlığa, ezilenlere akıl ve bilinçle bakabilmek için gereken gözlükleri tasarlayan kişidir. Biliyorum bu çok zor bir iştir, onun için Edip Cansever’in aşağıdaki dizelerine hak vermemek elde değil. “Ben gidince hüzünler bırakırım/ Bu senin yaşadığındır. Güç iştir çünkü bir tarihî insan gibi yaşamak/ Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir.”
Anlamak.org