AKP ve Şükür Kültürü
Kültür denilince ilk akla gelen insan oluyor. İnsan ile kültürü birbirine sıkıca bağdaştıran o meşhur sözü de Yunanlı tarihçi Thukydides söylüyor ‘’ Unutmayalım ki, Bir şehri şehir yapan insandır, surlar veya gemiler değil.” Sözlerden de anlaşıldığına göre surları ve gemileri de yapan insan becerisi, insan kültürü oluyor. İnsan bu kadar önemli olunca bu insan kültürünün üretilmesi ve pazarlanması da aynı derecede önem taşıyor. İnsanlar elbette aynı tornadan çıkmıyor ama düzenin ürettiği kültürü öğrenmeye mecbur ediliyor. Kültür egemen güçler elinde sanayileştirilip halka kitle kültürü olarak sunuluyor. İletişim araçlarının oldukça yaygınlaştığı günümüzde oluşturulan kitle kültürü toplumu bilimle uzaktan yakından ilgisi olmayan yerlere yönlendiriyor. Kültür mutlaka çok dallı budaklı bir konu, öyle fabrikada bile üretseniz dağıtımı ve alıcısı pek önceden kestirilemiyor.
Ramazan ayının son günlerinde, yani otuz gündür Türkiye ekonomisi, politikası, gazeteleri ve bütün televizyon kanallarının yarışırcasına bir iftar yemeğinden diğerine koşuşturması bana acaba dedirtti. Aklıma meşhur İspanya faşist diktatörü Franco’nun sözleri geldi. ‘’Ben bu ülkeyi otuz yıl boğa güreşleri futbol maçları ile yönettim’’ diyor. Acaba AKP ülkedeki işsizliği, yoksulluğu, mutsuzluğu, şükür politikası ile bastırmak mı istiyor. AKP belediyelerinin birbirleri ile yarışırcasına iftar yemekleri vermesi ve bunları reklam amaçlı olarak kullanması neyin çağrışımı? Ramazan ayı fırsat bilinerek ülkede zaten var olan şükür kültürü efendi-köle ilişkisine mi dönüşüyor. Kimse sizin iftar yemeklerinize karşı değil ama hani ibadet de kabahat de gizli idi. Otuz gündür ülkenin kanayan yaraları iftar yemekleri ile bir ay unutturuldu, kalan onbir ay için ne yapılacak.
AKP’yi daha yakından tanımak için sekiz yıllık iktidarına bakmak yeterli. Gelişlerinden bugüne kadar hep yoksulluk edebiyatı yaptılar ama kendileri hiç yoksul olmadılar. Sınıf farklılıklarını çok ustaca gizlediler. Halkla aynı türküyü söyleyerek, aynı bağın gülleri yalanını okuyarak, gecekondu mahallelerinde kömür dağıtarak, cuma namazlarını ihmal etmeyerek, iftar yemekleri vererek ve oralarda boy göstererek burjuva imajlarını kamufle ettiler. Kendi ekonomileri, kendi bürokrasisi, kendi zengini, kendi üniversitesi, kendi eğitim ve sağlık sistemini, kendi yargılarını oluşturdular. En önemlisi yüzde doksanı Müslüman olan bir ülkede toplum mühendisliğini çok iyi yaptılar. Maslow misali ‘’Temel ihtiyaçlarını gideremeyen insanların bir sonraki ihtiyaçları için güdülenemeyeceğini çok iyi bildiler.’’ Yani açlıkla, yoksullukla savaşan bir halka bilmenin, düşünmenin, fikir üretmenin, kültür sahibi olmanın çok lüks olacağını bildiler. Yoksula şükür ilahileri okurken kendileri ve temsil ettikleri sınıf bal tuttu parmaklarını yalar oldu.
Şükretmek, genelinde insanları çözümsüzlük çaresizlik karşısında boyun eğmeye davet eder. Günlük yaşamımızda çok rastlarız. Ufak bir kaza yapsak çok şükür ucuz atlattık deriz. Sağlık koşullarına uygun olmayan bir gecekondu da yaşasak, çok şükür sokakta yatanlar var deriz. Sofradan aç kalksak bunu bulamayanları söyleriz. Asgari ücretle çalışsak, işsizleri gösterip bir işimizin olduğuna şükrederiz. Neticede açlıktan nefesimiz koksa, “Yarabbi, çok şükür” daha kötü bir durum da olabilirdi deriz. Oysa yoksulluğun bir kader olmadığını, zenginlerin yoksulları sömürerek varlık sahibi olduğunu söyleme dürüstlüğü ve cesaretini gösteremeyiz. Tabii yoksullara iftar sofraları, TV kanallarında ardı arkası kesilmeyen dini eğitim konuşmalarında şükür edebiyatı verilirken insanın aklına önemli bir soru geliyor. Acaba zenginlerin de şükre ihtiyacı var mı? İşte bu sorunun yanıtını AKP’nin yaptıkları ve savundukları fikirlerde arayalım.
Zenginlerin şükre değil, şükredenlere, halka şükretmeyi öğretecek AKP gibi bir partiye ihtiyacı var. Siz hiçbir kapitalistin elindekiyle yetinip “buna da şükür” dediğini duydunuz mu? Tabii ki diyemezler, çünkü ekonominin kuralları politik oyunlarla yürümez. Kriz teğet geçecek demekle teğet geçmiş olmaz. Çünkü büyüyüp yayılmayan, sömürmeyen sermaye, ya bir başka sermayenin eline geçer ya da yok olur. Bu noktada AKP rolünü nasıl oynuyor. Zenginleri, AKP belediyelerini iftar yemeği, fitre vermeye çağıracaksın. Sömürünün apaçık görülmesini gizleyerek, sömürünün sömürenler tarafından bile adaletli yapıldığını anlatacak kapitalizmin devamını sağlayacaksın. Beş parmağın beşi de bir olur mu diyerek insanlar arasındaki farklılığa vurgu yaparak bunu hayata geçireceksin. Yoksulun çocuğuna kuran kursları, mahalle okulları önerirken, kendi çocuklarını kolejlere daha olmadı ABD ve diğer Avrupa ülkelerine okumaya göndereceksin. Böylelikle yoksula şükür kültürü, cemaat kültürü kalacak. Yoksul, bu katı değişmez kuralları olan cemaat kültürünü tartışıp, sorgulayamayacak sadece buyrukları yerine getirerek şükretmeyi öğrenecek. Bu kültür eşitsizliği meşru görür, bu kültürün ne kapitalizmle ne de emek sömürüsü ile bir problemi yoktur. Zaten AKP anlayışında, işçinin emeğini sömüren patron, kendisine şükredilmesi gereken bir rızk dağıtıcı konumundadır. AKP ülkenin sorunlarını çok iyi biliyor, bu sorunlara kalıcı çözümler yerine 1500 yıl öncesinin inanç ve kuralları ile sorunu çözüyormuş gibi yapıyor halkına yalan söylüyor.
Zaten AKP şükretmeyen kesime kendisini gösterdi. Hakkını arayan işçiyi jopladı, parasız eğitim diye pankart açan öğrenciyi hapse attı, YÖK istemiyoruz diyen öğrencileri okuldan attı, daha yayınlanmayan kitapları toplattı, düşüncelerini yazan gazetecileri hapse doldurdu. Sağlık hizmetlerini parası olanlara göre ayarlarken, emeklilik primlerine gözünü dikti. Demokrasinin olmadığı bir ülkede, sandık demokrasisi ile geldi, demokrasi varmış gibi davranırken ipler elinden kaçtığında özel savcılar, özel yargıçlar, özel valiler yaratmaya başladı.
Somali, mutlaka ayrı bir yazı konusu ama kısaca değineceğim. Başbakan Somali’de yaşananlara Dünya, Avrupa uyuyor mu diye haykırarak Somali uçağına bindi. Somali’den gelenler ‘’Anlatmak zor, Tarifi yok’’ diyerek uçaktan indiler. Değerli okurlar Somali’nin hem tarifi hem de anlatımı var. Gerçek ve kalıcı çözümü isteyenler bunları yıllardır yazıyor. Dünya ve Avrupa Somali için uyumuyor, yaptığı pisliği izliyor. Çünkü kapitalizm pislerken de kazanır, o pisliği temizlerken de ne kazanacağını düşünür. Kapitalizm girdiği her ülke halkını işsizliğe, sefalete, savaşlara ölümlere sürüklemiştir. Duyması için haykırılan Avrupa ve Dünya emperyalistleri Asya, Afrika, Hindistan ve Pakistan’ın iki yüz yıldır, tüm zenginliklerini kendi ülkelerine aktarırken o ülke halklarını köleleştirdiler. İngiliz, Alman, Amerikan bankaları Afrika’dan Hindistan’dan akan sermayeyle kurulmuştur.
Neticede kendi ülkemizde Somali’yi aratmayacak durumlar fazlasıyla mevcut. Sorun zekat, fitre, iftar yemekleri ve şükür felsefesi ile çözülmez. Somali’ye üç beş uçakla gidip oradaki çocukları kucağa alıp öpmek, şarkılar söylemek, çadırlar kurmak, ilaçlar dağıtmak, gemilerle yardım yollamakla Somali’nin problemleri çözülmez. ‘’İstediğiniz kadar sivrisinekleri öldürün, bataklığı kurutmadığınız sürece onlar yeniden oluşacaktır.’’ Yani bir problem ancak ve ancak çözülünce problem olmaktan çıkar. AKP gerçekten problemi çözmek istiyorsa; Kapitalizm ve kuralları ile yüzleşmesi, onun taşeronluğunu yapmaktan vazgeçmesi gerekir. Çünkü kapitalizm ustaların söylediği gibi sadece gölgesini satamadığı ağacı kesmez, gölgesinde oturacak adam bulamadığı ormanları golf sahası yapıp halkı yağmur duasına gönderir. Emeğini sömüremediği insanları da önce şükretmeye, sonrada ölüme davet eder.
anlamak.org