İsviçre’nin AB inadı
Bir ülke düşünün ki AB kapılarında görüşmelere başlamak için 40 yıldan fazla beklesin. Yine bir ülke düşünün ki ayağına ricaya gidilsin, lütfen sizi aramızda görmekten mutluluk duyacağız denilsin. Ben yine derinden bir ah çekerken, hatta ahım bile bitmeden eşim içerden hiç de ahlama o ülkede yaşıyorsun, o ülkenin vatandaşısın daha ne istiyorsun? Gördünüz mü bu ülkede ahlamanın da özgürlüğü yok. İşte o ülke İsviçre. Avrupalılar bayılıyor ayılıyor ne olur sizde gelin içimize katılın, bizde o vesile ile ülkenizde rahatça bir iş arayalım demek istiyorlar. Bizimkilerin yanıtı hazır, biz henüz o seviyeye inecek durumda değiliz. Yani şu anda AB’yi hazmedemeyiz, zaten öyle kolay değil. Biliyorsunuz bizde her şeye halk karar verir. Bir kere bu konuyu referanduma götürdük ve boyumuzun ölçüsünü aldık.
AB’ ye biz Türkiye olarak sitem ettiğimizde, oyalıyorsunuz, 40 yıldır bekletiyorsunuz vs. Hep aynı yanıtı alıyoruz, bizi sakın yanlış anlamayın, kriterlerimize uyun alacağız. Biz aynı işkenceleri Portekiz’e, İspanya’ya yaptık hatta İngiltere’yi bile beklettik. İsviçre Avrupalı ahbapların ısrarlarına dayanamadı ve konuyu 1992 yılında halk oylamasına götürdü ve İsviçre halkı (EWR) AB ekonomik birliğine %72 ile hayır dedi. Bu zaman zarfında bazı değişiklikler olmadı mı mutlaka oldu. Son seçimlerde 5. Haziran 2005 Schengen:Dublin antlaşmasını %54 ile kıl payı da olsa kabul ettiler. Bununla da kalmayarak 25 Eylül 2005 de yapılan serbest dolaşıma da ‘evet’ dediler
Biliyorsunuz İsviçre ile AB’nin 15 üye ülkesi arasında 1999 yılında imzalanan ikili anlaşma, karşılıklı olarak vatandaşların serbest dolaşımına izin vermişti. 25 Eylül Pazar günü AB’nin10 yeni üye ülke vatandaşlarının İsviçre’de serbestçe seyahat ve çalışmayı kapsayan serbest dolaşımı oylandı. Bütün sağ partilerin karşı çıkması hatta kampanyalarında (önce Doğu Avrupa sonra Türkiye) afişlerini kullanmalarına rağmen İsviçre halkı bu oylamada %56 ile evet dedi.
İsviçreli dostlarımla her ay geleneksel yemekli toplantımızda bu konuları enine boyuna konuşur arada birbirimize takılmayı ihmal etmeyiz. Gazeteci olan arkadaşımın yemekte ilk sorusu Musti ne olacak bu Türkiye’nin hali dedi. Tabii bende altta kalır mıyım? Biz kafamızı soktuk ne olacak bu İsviçre’nin hali dedim. Tabi o bu lafıma iki dakika kahkaha attıktan sonra, ama biliyor musun bu sonu görünmeyen yolda yıllarca bitmek tükenmek bilmeyen isteklerin altında ezilmeyecekmişsiniz dedi. Bende biz çok sabırlı bir milletiz bekleriz, biliyor musun biz Viyana’ya mehter marşıyla iki ileri bir geri nasıl sabırla gelmişiz. O gün genelinde İsviçre’yi konuştuk. Avrupa’nın ortasında her tarafı AB ülkeleri ile çevrili insan kendini hapiste gibi hisseder. Yarın AB derse ki Avrupa’da bize üye olmayan ülkelere vize uygulayacağız veya mallarını sokmayacağız. Gazeteci arkadaşımın yanıtı hazırdı, Biz de millet olarak çok (konservativ) tutucuyuz. Bakmayın öyle dünya savaşlarına girmemiş bir ekonomik yıkıntıya uğramamışız, ama yolgeçen hanı da olmuşuz. Hitler’in her arzusuna evet demişiz, geçeceğim demiş geçmiş, Yahudileri istiyorum demiş vermişiz, parasal yardım yapmışız. Onun için bu tür Dünya kulüplerine girmekte hep temkinliyiz. Önce bakarız, her şey yolunda ise sonra gireriz. Hem düşünebiliyor musun dedi, İsviçre’nin şu ana kadar girmemesinde olan kazancını?
Evet, dostum doğru söylüyordu. AB bütçesi önce az gelişmiş, ihtiyacı olan ülkelere dağıtılıyordu ve her üyenin yıllık AB’ye ödemesi vardı. İsviçre şu ana kadar girmekle sadece para ödeyecek ama hiçbir fayda sağlayamayacaktı. Zaten müracaat ettiklerinde de bekle falan diyen yoktu balıklama girecekler. Neden önceden girip bu masrafları yıllarca ödemiş olsunlar. Hani hep garanti oynuyorlar ya. AB’ye karşı tam sıcak gelişmeler oluyor derken, Türkiye ve Hırvatistan’ın AB görüşmelerine başlaması üzerine tekrar çatlak sesler çıkmaya başladı. Hepsi negatif olmamakla birlikte büyük ve ciddi gazetelerinden Tages Anzeiger 5 Ekim 2005 sayısında tam 4 sayfasında Türkiye’ye yer verdi.
Tabii bu tür yazılar ve yaygaralar İsviçre halkının özellikle yaşlı tutucu kesimin çok çabuk değişmesine yol açıyor. Çünkü İsviçre’de genelde bu tür halk oylamalarının belirleyicisi yaşlı kesim oluyor. Ülke genelinde oylamaya katılım konunun ciddiyetine göre %30-50 arasında kalıyor ve bu oranın da büyük bir kısmı yaşlılar oluyor. Oy pusulaları evlere gelmesi ve doldurulup herhangi bir posta kutusuna atmaktan ibaret olmasına rağmen, gençlerin ilgisi katılıma oldukça az oluyor. Bunun içinde çoğu zaman İsviçre’nin geleceğini (altersheim) huzur evleri tayin eder deniliyor. Tabii bu arada her mahallenin, her şehrin kendine göre önemli önemsiz çok oylamaları oluyor. Bazen bir yılda 5,6 oylamaya katılırsanız şaşırmayın. Halk iradesi güçlü olan İsviçre’de bir mahallede veya şehirde yasak olan bir konu çok rahat başka bir kanton da serbest olabiliyor. Bu farklılıklar en fazla seçim sonuçlarında Cenevre ve Zürih arasında yaşanıyor. Sanki birinin beyaz deyişine öbürünün siyah demesi gibi. Evet, İsviçre farklılıkların yaşandığı ülke dedik ya. Bu yıl Türkiye’ye giden ve Diyarbakır’ı da ziyaret eden Dışişleri Bakanı Calmy-Rey’e
Neden İzmir değil de Diyarbakır diye sorulduğunda? Türkiye bir İstanbul ve Ankara değil büyük bir ülke, ben bütün bir Türkiye’yi tanımak istiyorum diyor. Aklıma öğrencilik yıllarımda ki bir reklam geliyor. Hani konuşuyor konuşuyor, sonunda hep ‘ama biz Osmanlı Bankasıyız’ diyordu.
anlamak.org