Darbenin Düşündürdükleri ve Siyasal İslam Geleneği
15 Temmuz 2016 tarihi itibarıyla iddia edildiği gibi ordu içerisinde örgütlenen bir İslamcı kesim (FETÖ-Cemaat) yönetimde olan diğer İslamcı kesim (AKP-hükümetine) karşı ’’kalkışma’’ hareketine girişmiştir. Yani darbe iki İslamcı kesim arasında geçmiştir.
İlk aklıma gelen soru Rönesans ve aydınlanmanın parolası olan ‘’Aklını kendin kullan’’ sözcüğü bizde yönetimde olan siyasal İslamcılar için ne anlama geliyor olması? Rönesans ve aydınlanma öncelikle Avrupa sonra Dünya için bir milat, Ortaçağ’a bir itiraz, aklı insan hayatına hâkim kılmak ve dini doğmaları yıkmaktı. Aklı her yönüyle çekinmeden kitlenin önünde kullanmak bir özgürlüktü.
Rönesans öncesi egemenlik kayıtsız şartsız, tanrıya aitti. Krallar, sultanlar, diktatörler tanrının birer temsilcileriydi. İnsanoğlu toplumsal bir kurban, itaat ve teslimiyet kutsallıktı. İşte koskoca bir Ortaçağ böyle geçti.
Ne yazık ki bizim siyasal İslam’ımızın geçmişinde ve bugününde bir ‘’Rönesans’’ olmadı. Demokrasi, özgürlük, emek, modernite, cumhuriyet, yurttaşlık, güçler ayrımı kavramları hep kâğıt üstünde yer alsa da siyasal İslam’ın tarihinde yer almadı. Bırakın “devrimci” olmasını, kendini reforme etme şansı bile olmadı.
Hiç bir çağ, hiç bir dönem, bir kitaba dayanarak kendisinden sonra gelen dönemlerin bilgilerine, davranışına aydınlanmada ileri gitmemesine sınır koyamaz. Böyle bir şey insan doğasına karşı işlenmiş bir kıyım olur; çünkü sözü geçen bu durum, insan doğasının köktenci amacı ve belirlenim ilkelerinden biri olan ilerlemeye aykırıdır.
Siyasal İslam “ben” ve “öteki” ilişkisi üzerinden işleyip politik bir kültür olarak sultanlık kurumu ve geleneği kutsanmış, fetihten fethe koşan “ecdadımız” diyerek sultanlardan, padişahlardan gurur duyularak bahsedilmiştir.
Diktatörlerin darbecilerin bir toplum projesi olmadığı gibi siyasal İslam’ın da böyle bir projesi olmamış. Bir dönem ilerici, seküler, sol, sosyalist, ulusçu akımların önünü kesmek gibi bir görev üstlenmişlerdir. Günümüz siyasal İslam’ı ülkeyi bir ümmete dayalı bir ulus yaratım çabasında olmuştur.
Evet, darbe kötü ve gericidir, darbelere karşı olmak gerekir, ancak darbeleri ortaya çıkaran siyasi-askeri ortamı da iyi analiz etmek gerekir. Askeri darbeler bir sonuçtur ve dikta rejimlerin çocuğudur. Demokratik işleyişin sivil hükümetler eliyle askıya alındığı rejimlerde “darbe” olasılığı her zaman vardır. Şu gerçek çok iyi bilinmelidir ki, bütün askeri-sivil darbelerin en uygun zeminleri dikta rejimlerdir.
Görmedik, Duymadık, Bilmiyoruz Diyemezsiniz
Bir darbe anatomisinden çok ülke bu darbeye nasıl geldi, şimdi ne yapmalıyız? Çok konuşuldu, çok yazıldı, çok tartışıldı ama biz bunları bilmiyorduk diyemezsiniz derseniz de yalan olur. Çünkü problemi çözebilmeniz için sorunu anlamanız gerekir.
Kısaca hafıza tazeleyelim; AKP, Fetö hoca ile 2002 yılında hükümet oldu, 2012 yılına kadar kol kola yürüdü, beraber fethettiler devlet kadrolarını, beraber bölüştüler yargı, emniyet, ordu ve diğer birimleri.
Beraber ucuzlattılar insani değerleri, ahlakı, medyayı. Beraber insanların arasına Türk-Kürt, Alevi-Sünni ayırımı sokup kutuplaştırdılar. Beraber katlettiler hukuku, özgürlükleri, yargı bağımsızlığını, insan haklarını.
Beraber girdiler insanların özel yaşamına; kadınların vücuduna etek boyuna, çocuk sayısına, kızlı erkekli öğrencilerin hayat tarzlarına neyi yiyip neyi içmeyeceğine.
Bürokrasinin bütün kademelerine yapılan atamalar, ordudaki terfiler TC tarihinde hiçbir dönemde görülmediği kadar siyasi, ideolojik ve adam kayırma üzerinden yapılmıştır.
Medya susturuldu, gazeteciler, barış isteyen akademisyenler hapse atıldı. Yolsuzluk skandallarının üstleri kapatıldı. İnternet, YouTube Twitter gibi sosyal medyalar kapatıldı. Anayasayı buzdolabına konularak, Anayasa Mahkemesi kararlarına ne uyuldu ne de saygı duyuldu. Rejim fiilen değiştirilerek başkanlık ilan edildi.
Devlet ve Eğitim yapısı tamamıyla İslamcı ideoloji doğrultusunda dönüştürüldü. Dinsel tabanlı bir hareket dünyanın hiçbir ülkesinde özgürlük ve demokrasi getirmemiştir. İlkokullardan başlatılan dini eğitimin tek amacı, sömürüye uygun kölece boyun eğen, itaat eden bütün umudunu öteki dünyaya bağlayan bir gençlik yetiştirmektir.
Siyasal İslamcı hareketlerin örgütlenme aracı olarak kullanılan vakıfların kurulması AKP döneminde tavan yaptı. Mantar biter gibi son 14 yılda 1228 Vakıf kuruldu. İslamcı hareketlerin örgütlenme aracı olarak kullandığı vakıflar gerileşmenin en önemli enstrümanları olarak eğitim sistemini etkiledi. Devlet kaynakları vakıflara aktarıldı, buna rağmen vakıflardaki taciz, tecavüzlerle kamuoyuna yansıdı. Vakıf yapılanmalarındaki sorunlar devletin raporlarına da yansımasına rağmen hiçbir tedbir alınmadı.
Bütün bunlar bizim ülkemizde halkın gözleri önünde oldu. Şimdi kalkıp biz bunları ‘’Görmedik, Duymadık, Bilmiyoruz diyemezsiniz’’ Ülke bugün bu hale geldiyse kesinlikle yönetenlerin de sorumluluğu vardır.
Ne yapmalı
Dün demokratik hakları için meydanlara çıkan halka tomalarla saldıran iktidar bugün halkı meydanlara çağırıyor. Demek ki halkın meydanlara çıkması bir şeyler ifade ediyor. Demek ki, darbenin panzehri daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük daha fazla meydanlar.
René Descartes; iyi bir akla sahip olmak yeterli değildir. ‘’Eğer gerçeği gerçekten bilmek istiyorsan, yaşamında bir kez olsun bütün şeyler hakkında şüphe et.’’ diyor. Din, tartışılmaz eleştirilmez değiştirilmez itaat ister ama bilgi itaatsizlik sayesinde ilerler.
Özgür düşüncenin, özgür tartışmanın, eleştirel bilincin gelişmediği yerde, yurttaş da olmaz, özgürlük de olmaz, demokrasi de olmaz.
Bugün en fazla tartışılan konu, neden Müslüman ülkelerde Darbe gelenek haline gelmiş, neden askeri öğrenciler darbeye karışmış, halka ateş açılmış, neden insanlar canlı bomba oluyor idamı tekrar getirelim vs.
Bu soruların hepsi ama hepsinin yanıtı eğitimde yatar. Bir insan fırtına ektiği yerlerden gonca gül derleyemez. Birkaç kanun değiştirmekle, darbecileri asıp kesmekle bu sorun çözülmez. İnsanları asmak bir çare olsaydı işler ne kadar da kolay olurdu. Sizin asmanıza gerek kalmıyor insanlar canlı bomba, ölüme gönüllü gidiyor.
Bütün mesele darbeyi, şiddeti, öldürmeyi, canlı bomba olmayı yaratan kültürü, koşulları ortadan kaldırmakla mümkündür. B. Brecht misali, “Önemli olan, kişinin neye inandığı değil, inandıklarının ona ne yaptığıdır”. İyilik de kötülükte, kültür de bilimsel olarak genlerle geçmez, sonradan kazanılır. Birey kültürünü doğduğu toplumdan alır. Yani darbeci, cani, katil, tecavüzcü, canlı bomba mafya da bu toplumun bağrından çıkıyor. Peki, bu hasta kültür nereden geliyor, nereden besleniyor?
İşte zurnanın zırt dediği nokta ‘’Eğitim Sistemi’’ Bir toplumun gelişmişliği ile eğitim sistemi arasında yakın bir ilişki vardır.
Biz ne yapıyoruz, Doğrusu nasıl olmalı
Dini eğitim seçmeli adı altında İlkokul (4. sınıf) kadar indi. Bir anlamda eğitim, yerini din öğretimine bıraktı. Din ile eğitim neden birlikte düşünülemez?
Çünkü Bilmek öncelikle kuşku duymayı, sorgulamayı, soru sormayı gerektirir. Bilimsel ilerlemenin ve bilimsel bilginin temelinde hemen her şeyden kuşku duymak yatar. İnanç ise bunların reddi üzerine oturur, tartışılmaz, ön kabul vardır, yargılar baştan verilir, doğrular baştan bellidir. Çünkü kuranda geçen tüm ifadelerin doğruluğu baştan kabul edilmiştir Din ile bilimin birinci önemli farkı “yanlışlanabilirlik” noktasındadır. Bilimde, yanlışlanabilir olmayan bir kavramın bilgi değeri yoktur. Dinin standardı itaattir; bilgi ise aykırı gitmeyi önerir. Din, farklı bilgilere kapalıdır; bilim ise her şeyi bilmek ister. Dinlerin değerleri ibadete yöneliktir; eğitimin değerleri ise hukuk, eşitlik, adalet, demokrasi gibi insani kurallardır.
Zihinsel olarak olgunlaşmamış 7 yaşındaki bir çocuğa teokratik, mitolojik hikâyelerin gerçek ve kesin doğrular gibi anlatılması, cennet ödülü cehennem korkusu verilmesi, bu doğruları sorgulaması bile yasak olduğunu söylemek, sorgularsa büyük acılar yaşayacağı düşüncesiyle korkutmak, kendi haklarını savunamayacak yaşta olan çocuk için bir psikolojik travmadır.
Hindistanlı filozof Jiddu Krishnamurti ‘’Korku inisiyatifi önler, zihni köreltir, kişiyi itaatkâr bir köleye dönüştür dolayısıyla korkan insan özgür olamaz özgür olmayan insan düşünemez.’’ diyor. Biz ne yapıyoruz çocuklarımızı korkutmak için vakıflar, kuran kursları, sayısız dini eğitim veren paralel Milli Eğitim kurumları yetmiyormuş gibi, bilgi yuvası olması gereken okulları da dinileştiriyoruz. Geleceğin zihinlerine kilit vuruyoruz. Bir örnekle izah edeyim.
Tschechow’un, bir kedi yavrusuna fare tutmayı öğretmeye çalışan bir adamı konu alan, hoş bir öyküsü vardır. ‘’Yavru, farelerin peşinden koşmayınca adam onu dövermiş. Sonunda yetişkin bir kedi olduğunda, her fare gördüğünde korkuyla yere siner olmuş. Tschechow şunu ekler: “Bana Latince öğreten de bu adamdı.” Kediler de yavrularına fare yakalamayı öğretir; ancak bunun için onların içgüdülerinin uyanmasını beklerler. O zaman yavrular bilginin elde edilmeye değer olduğu bir zamanda annelerine katılırlar; böylece disipline de gerek kalmaz.’’
Siz çocuğa maden felaketleri, trafik katliamı için, ‘’kaza takdiri ilahidir’’ derseniz, çocuk sonra olabilecek benzer felaketlerin de önlenmesini sağlayacak girişimleri yapmaz bir önlem almaz.
Siz çocuğa ölçü birimi olarak ‘’cennet-cehennem, sevap-günah’’ kültürü verip ölenlere şehit unvanı verir mekânının cennet olduğunu söylerseniz, çocuk şehit olmayı düşünür.
Siz çocuğa yağmur yağmayınca yağmur duasına çıkılır derseniz, çocuk yağmurun dua ile olduğuna inanır gerçeği araştırma dürtüsünden uzaklaşır ağaç dikmekten vazgeçer olan ağacı da kesmekte bir sakınca görmez.
Size Avrupa’dan örnekler vereyim, Avrupa Arthur Schopenhauer 250 yıl önce söylediğini hayata geçirdi. ‘’Dünya, 15 yaşından küçük çocuklara din dersi vermeyecek kadar dürüst olursa, belki o zaman ona umut besleyebiliriz.’’ Avrupa dünyanın yaklaşık 400 yıldır matematik ve fen bilimler ile elde edilen “Güç’le yönetiliyor olduğunu bilmektedir.
Avrupa’da Hümanist çocuk yuvaları, Hümanist Pedagojik, Hümanist ilkokul, Hümanist Kita açılımı yaygınlaştırıldı. Buralarda sadece felsefi ve bilimsel eğitim verilirken kesinlikle dini eğitim yasaklandı.
Çoğu Avrupa ülkesinde 15 yaşına kadar çocuklara dini eğitim verilmiyor. Kaldı ki ‘’Ahlak ve Değer eğitimi” adı altında çocuklara verilen Evrensel ahlaki değerler ‘’doğruluk-dürüstlük- yalan söylememek-haklının yanında olmak- insancıl değerler’’ kesinlikle bir dini inanca dayalı olarak anlatılmaz.
Avrupa ‘’Bir tarafta dinde zorlama yok derken diğer tarafta ilkokullara zorunlu din dersi koyma’’ ikiyüzlülüğü yapmıyor. Avrupa çocuk zihninin de bir Bilgisayar hafızası gibi sınırlı olduğunu, hiç anlamadığı kelimelerle ve hayatta hiç kullanamayacağı hurafelerle çocuğun zihnini doldurmak onu köreltmekten başka bir şey olmayacağını biliyor.
Avrupa kiliselerine sus demiş, bilgi edinmede bilimsel yöntem dışında izlenecek başka bir yol olmadığını; bilimin erişemediği bir şeyi bildiğinizi söylemek bir yalan olmaktan ileri geçmez. Biz çocuklarımızın kafasına bu dünyada işine yarayacak bilgileri yükleyeceğiz. Anatole France misali bir hayvan bile, ‘’yenilebilir olmayan göğün mavisine hiçbir zaman bakmadığını söylemiştir.’’.
Kürt sorunu güvenlik, ekonomik, sosyal, kültürel boyutları olan ve çözülmedikçe derinleşen bir durum. Bu “derin sorun” barışçıl yollardan acilen çözüme kavuşturmak elzemdir.
Yanlışı Görmeyenlerin Değiştirme Şansı Yoktur 21. yüzyıl dünyasının gerçekleri din değil, dini eğitim hiç değildir. Gelişen bilim ve teknolojiye, uzay çağına, iletişim dünyasına ayak uydurmanın tek yolu akıl çağına girmek, bilimsel eğitim metotlarını kullanmaktır. Türkiye bu gezegende yaşıyor ise bu gerçeği görmek zorundadır.
anlamak.org