Anlamak Aşmaktır

Bilim İtaatsiz Olana İhtiyaç Duyar

Home » Tanrı bir Kadındır. ‘’Gott ist eine Frau’’

Tanrı bir Kadındır. ‘’Gott ist eine Frau’’

fraumünsterkirche

Yeni web sitemin yapılanmasında olmazsa olmaz kadınlarımıza bir başlık ayırırken, bu başlık altında ilk yazımı yazmak istedim. Bu yazı da 8 Mart 2016 Dünya Kadınlar Gününe kısmet oldu. İsviçre kadın hareketleri ve kadın hakları konusunda ilginç bir ülke. Kadınların oy kullanma hakkı 1971 yılında verilirken bu konuda Avrupa’nın bu hakkı alan en son ülkesi olmuştur.
Buna rağmen bugün İsviçre kadın hakları ve Feminist hareket bakımından Avrupa’nın en güçlü ülkelerinden biridir diyebiliriz. İsviçre’yi 7 tane bakan yönetir. 1848 yılından 1984 yılına kadar İsviçre’yi sadece erkekler yönetmiş. İlk kadın bakan ‘’ Bundesrätin’’ 1984 yılında Elisabeth Kopp seçilmiş. Kadınların hızlı yükselişi bununla da kalmamış ilk defa 2010 yılında kadınlar 7 bakanlıktan 4 ünü ele geçirerek erkek bakan sayısını geçmişler.

 

bundesraten

 

Halen politik arenada çok etkili olan feministler İsviçre’de 2009 yılında yapılan Minareler referandumun da belirleyici rolü oynamışlardır. Oylama öncesi anketlerde minare yapılması isteyenlerin oranı hep önde giderken, oylama sonrası netice sadece halkı değil, oylamayı isteyen partileri de şaşırtmış. Bu partiler ortak açıklamasında bizim bu kadar oy oranımız yok solcularda bizi destekledi açıklamasını yaptılar. Aslında sol kesimden sadece feministler oylarını minare aleyhine kullandıklarını ‘’Gerekçe olarak da İslam’ın kadına verdiği değeri oylarımızla kınadık.’’ dediler.

Her yıl dünyanın değişik ülkelerinde kutlanan ‘’kadınlar günü’’ Zürih’te bir başka kutlanır. 8 Mart etkinlikleri miting alanını dolduran binlerce kadının yürüyüşü ile başlarken elbette Zürihlileri bazı sürprizler bekliyordu. İstanbul için Taksim Meydanı neyse, Zürih için de Bellevüe meydanı aynı anlama gelir. Her yerden görülebilen dev Grossmünster kilisesinin üstüne geçirilen büyük bez pankart sadece Zürihlilerin dikkatini çekmekle kalmadı İsviçre’nin gündemine oturdu. ‘’Gott ist eine Frau’’ Tanrı bir Kadındır.

 

grossmünster

Bununla da kalınmayarak sabah işe gitmek isteyen erkekler tren, otobüs, tramvay bilet-otomatlarında şaşkınlıklarını gizleyemediler. Bütün Bilet-otomatlarında büyük bir logo yapıştırılmış idi. ‘’ 8 Mart 2016 tarihi itibariyle, Erkekler ulaşım için% 20 ek ücret ödemeleri gerekmektedir. Dünya Kadınlar Günü cinsiyet ayrımından doğan maaş farklılıklarında ayarlama yaptı.’’

Kadın aktivistlerin gerek web sayfalarında gerekse medyada yapmış oldukları açıklama, ‘’Kadın haklarına dikkat çekmek istedik. Toplum güçlü tek tanrılı dinlerin etkisinde, hukuk, ahlak, örf adet, iyi kötü, doğru ve yanlış bütün değerleri onlar belirliyor. Tanrı’nın ilahi elçileri (İsa gibi) hep erkek olduğuna göre, sorgulanmadan kabul edilen bu değerler bir erkek bakış açısı. İsviçre’de aynı işi yapan kadın ve erkek arasında halen yüzde 20 lig bir maaş farkı var’’.

 

biletotamat

Evet, bir 8 Mart hengâmesi sonrası, pozitif negatif yüzlerce yorum sonrası, siyasiler kadınların bu çığlığını anlayışla karşılıyor ve kulak vermemiz gerekiyor açıklamasını yaparken, Grossmünster kilisesi papazı Christoph Sigrist beklenen açıklamasını yaptı. ‘’Kilisemize yapılan bu izinsin aktion için anlayışım diğerleri kadar fazla değil. Bizimle konuşulmadı, izin istenmedi. Buna rağmen şikâyetçi olmayacağız.’’

Acaba dedim, bu kadın hareketi Taksim meydanında ya da Sultanahmet camisinde olsa böyle bir afiş asılsa idi, 3 tane insanı yan yana görünce kırmızı görmüş boğa gibi saldıran AKP devleti ve cemaat üyeleri ne yapar idi? İsterseniz sorunun yanıtını siz okuyucular düşünün. Bana sorarsanız görünen köy kılavuz istemez, büyük işleri başaramayanlar küçük işlerle uğraşır. Kesinlikle gaz, biber, Toma, coplama, tutuklamalar ve ülkenin bir ay gündemini vak vak larla geçirirler. Muhtaç oldukları tecrübe ve pişkinlik, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.

Böyle Gelmemiş Böyle Gitmeyecek

Öncelikle kadınlar bu hale nasıl gelmiş veya getirilmiş. Herkesin bildiği üzere kadın sorunu, kadının cins olarak ikincil plana itilişinin tarihsel kökeni, sınıfsız ana erkil-ilkel komünal toplumun sona ermesi ve sınıflı toplumların başlangıç noktası olan köleci toplumla birlikte başlamaktadır.

İnsanlık tarihine bakacak olursak, yüzde doksan sekizlik süreç doğal toplum olarak geçmiş. Doğal toplum ise ana kadın toplumu ve bu temeldeki ana tanrıça kültürüdür. Yani, kurtuluş ana kadın ve onun toplumundadır. Bu toplumda şiddet, iktidar, devlet yoktur. Dolayısıyla kölelik de yoktur, köleliği veya eşitsizliği ifade edecek üretecek zemin de yoktur.

İnsanlık tarihinin kalan beş bin yıllık zamana tekabül edip günümüze kadar gelen yüzde ikilik kısmı devletli süreçtir. Ne zaman ki devletler oluşmuş insanlıktan sapmalar da başlamıştır. Devlet demek, gücü, şiddeti, iktidarı elinde bulundurmak ve bunları güçsüze, yoksula, zayıf olana hak arayana uygulamak demektir. Devlet, insan türü açısından mutlak bir zorunluluk değil ama burjuva egemenliğini korumak için zorunludur. Devlet ve iktidarı elinde bulunduranlar doğaları gereği kendilerine boyun eğecek köleliği üretirler. Ataerkillikle birlikte iktidarı ele geçiren erkekler ezen ve ezilen olgularıyla bağlantılı çelişki çatışma ilişkisini insanlığın başına bela etmiştir.

Burada ezen, hem az çalışan ama çok şeye sahip olandır. Sanki bir Tanrı lütfu hem hak, hem de mal sahibi her şeyin sahibi. Ezilen ise tam tersi, ezilmek ona doğal ve bir Tanrı Lütfü. Maldan mülkten, haktan yoksun, sadece itaat ve hizmet ettiği sürece ödüllendirilebilir. Durmadan çalıştığı halde emeğinin karşılığı olmayandır.

Züleyha Özbaş’ın Cinsel Silah ve “Grbavica adlı makalesinde Grbavica filmi ile Berlin’de Altın Ayı’yı kazanan ve Bosna’da bir savaş tecavüzünün ürünü çocuğunu doğuran kadının hikâyesinde savaşta bile kadına olan tecavüzün içeriğini şu sözlerle anlatır. ’Tecavüz genelde, erkek cinsiyetinin haz alma aracı olarak kadın bedenini zorla kullanma durumu şeklinde tanımlanır. Oysa tecavüzün temelinde, cinsel haz almaktan ziyade, karşı taraf üzerinde zor kullanabilme bilinciyle gelişen, iktidar yapısı oluşturabilme, hükmedebilme ve hükmedebildiğini hem gücünü yönelttiği kişiye hem de gücünü yönelttiği kişinin ait olduğu topluluğa gösterme ihtiyacı vardır. Savaşlardaki tecavüz kadın bedenine yöneliktir, fiili olarak kadın bedeni yağmalanır, ama asıl amaç, kadının ait olduğu kişiye, gruba, topluma iktidarın tecavüz edenin elinde olduğuna dair bir mesaj göndermektir.’’

Yani insan bugün içinden geçtiğimiz süreci sadece bir kesit olarak görmelidir. İnsanlık ne geçmişte bu durumdaydı ne de gelecekte böyle kalacaktır. Çünkü kölelik, ezilmişlik bir zorunluluk olmadığı gibi iktidar ve egemenlikte bir zorunluluk değildir olamayacaktır.

 

Kadının Toplumsal Statüsü

Bu konuda toplumsal sahtekârlığımızın üzerine yoktur. Kadını şiirlerde çiçeklerle böceklerle süslüyoruz. Şarkılarda mevsimlere sığdıramıyoruz, alım yeşilim balım, yazım kışım baharım ilk aşkım. Romanda, öyküde sanki şehvet pusulası, kadın çığlıklarını arıyoruz. Aşk sevda adına kadının sadece fiziğine güzelliğine vuruluyoruz. Resimlerde çırılçıplak soyup göğüslerini en ince detaylarıyla çiziyoruz. Kapitalist getiriyi artırmak için reklamlarda oynatıyoruz. Müzik dinlerken bile bastıramadığımız şehvetimize alet ediyor “O şimdi asker / canı neler neler ister”leri söylüyoruz.

Toplumsal sahtekârlık sadece bununla kalmıyor, kadını biyolojisi yani cinsiyeti göz önüne alınarak ona bir toplumsal misyon ve sorumluluk yüklüyoruz. Buna Toplumsal cinsiyet diyoruz. Cinsiyet biyolojik ve anatomik olarak cinsler arasındaki farklılığı gösterir. Toplumsal cinsiyet ise, toplumun erkek ve kadınlara verdiği rol, misyon ve sorumlulukları ifade ediyor. Dünyaya oğlan ve kız olarak gelen biri toplumsal cinsiyet tarafından erkek ve kadın haline getiriliyor. Kız doğduğun için zayıfsın, pembe giyersen yakışır, büyüyecek evlenecek ve çocuk doğuracaksın. Evin içinde duracak, kocana hizmet edecek, çocuklara bakacak ev işleri yapacak yemek pişirecek gecede kocanın arzularını yerine getireceksin. Toplumun kadına yüklediği statü bütün dinlerde böyledir. Haliyle kadının böyle ikincil konuma düşmesi, erkek egemenliğinin meşrulaştırılmasına neden oluyor.

Oysaki kadın ve erkek arasındaki fark sadece biyolojik ve anatomik bunun dışında hiç bir şey ifade etmiyor. Toplumsal farklılığın hiç bir biçimde gerekçesi değildir. Kadınların binlerce yıldır ikincil konumları, köleliklerinin sorumlusu olarak anatomileri gösterilmiş. Kadının rahmi, aylık kanamaları var hamile kalıp doğurabilir. İşin en acısı böyle bir görüntüyü sadece erkek görmemiş aynı zamanda kadında bunu kendisi için kabul etmiştir.

Uzun yıllar kadına seçme seçilme hakkı verilmemiş, kadına karşı şiddetin meşruiyet kazanması için ‘’namus’’ anlayışı sadece kadına yüklenerek erkeğin her halt yemesine müsaade edilmiş.

Bu ikiyüzlü ahlak yargısını İslamiyet kuralları ile perçinlemiş. Evlilik dışı her ilişkiyi zina suçu sayarak kadının bekâretine ilkel ölçülerde değer verirken köle sahibi-cariye ilişkisi serbest kalmış. Kadının giysisinden seyahat özgürlüğüne, miras hakkından, kocaya ya bağlılığına kadar her konuda kadın haklarını sınırlamış. Erkekler de kendi lehlerine olan bu uygulamaları Allah ın talebi olduğuna inanarak kadın bedeninin kendilerine ait olduğuna inanmışlardır.

Kapitalizmle birlikte uçurumun kenarına gelen dünyada en fazla da kadınlar nasibini alıyor. ‘’Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim (Otonom) kitabında, İtalyan feminist Silvia Federici, cadı katliamlarını kadınları evcilleştiren [eve hapseden], onlara işgücünün yeniden üretimini karşılıksız bir angarya olarak dayatan bir kapitalist sistemin temeli olarak değerlendiriyor. Caliban ve Cadı ’da Federici bu sembolik kadın figürü ile ilgili temel sorular soruyor: Kapitalizm, başlangıcından bu yana, neden bu kadınlara karşı savaş yürütmek zorunda? Cadı avları, neden tarihin en zalimane ama yine de en az kayda geçmiş katliamlarından biri? Bu kadınlar kazığa bağlandığında neyin ortadan kaldırılacağı düşünülüyor? Bu kadınlarla Amerika’daki plantasyonların siyah köleleri arasında bir paralellik kurmak neden mümkün?’’

 

Nasıl Kurtuluruz ?

Nasıl kurtuluruz diyorum çünkü kadının ezilmişlik sorunu bir toplumsal sorundur. Bu sorundan kadınlarımız erkeklerle birlikte çıkmak zorundalar. Kurtuluş insanlığın kurtuluşu olacaktır. Peki, ne yapmalı, bu gidişe nasıl dur demeliyiz?

Binlerce yıldır süren cinsler arası mücadelenin getirdiği sorunları kapitalizm 200 yıl gibi kısa bir sürede binlerce misline katlayarak sorunu kronikleştirmiş, kadını metalaştırmıştır.

Elbette binlerce yılların biriktirdiği kördüğüm olan sorunları bir çırpıda sihirli bir değnek oynatarak çözmek olanaksız. Yapılması gereken; ilk önce yumak haline gelmiş, birbiri içine geçmiş bu sorunun ucunu bulup düğümleri tek tek çözmeye başlamaktır.

Öncelikle 21. yüzyılda yükselen kadın haklarına kadınlarımızın hiç fire vermeden sıkı sarılmaları gerekir. Kadınlara ait etkinliklerde; dünya emekçi kadınların birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 8 Mart’ta bile etkinliğe katılanların çoğunluğu erkeklerden oluşmaktadır.

AKP Türkiye’de dini ilk kez ideoloji haline getiren bir siyasi hareket olarak tarihe geçti. Türban bir simgedir, dinci gericiliğin yaygınlaştırılmasını sağlayan işlevsel bir araçtır. Kadının başına özgürlük adı altında türban geçirilerek gizlenmek istenen gerçekte erkek egemen kültür-değer-ahlak ve sistemsel bakış açısıdır. Türban kadını özgürleşmekten, bireyleşmekten, modern toplumun yani “kendi aklını kullanmaya cesaret eden” bireylerin oluşturduğu toplumun üyesi olmaktan alıkoyan bir uygulamadır.

Canlı ya da cansız ne olursa olsun temsil ettikleriyle değil, ne ifade ettiklerine bakarak değerlendirilir. İnsan yüzü ile vardır, onu gizlemek, örtmek kadını özgür bir “birey” olmaktan alıkoyan ve onu toplum içinde nesneleştirerek “erkeği tahrik eden bir nesneye indirgeyen” anlayış tam bir ortaçağ anlayışıdır.

Özellikle Türkiye’de bir TV den diğerine dolaşan, gazete köşelerinde fazlasıyla yer bulan türbanı kadına özgürlük olarak lanseden para karşılığı kadın haklarına ihanet eden diplomalı şarlatanlara, türbanlı bakan milletvekili eşlerine gereken tepki gösterilmelidir. Bunların taşıdığı türban, annemin, komşumun, mahallelimin taşıdığı başörtüsü kadar masum değildir.

Foucault’nun deyişiyle, ‘’iktidar bedenin içine sızmıştır. Böylelikle, kamusal alanda kendimizi ifade etmenin aracısı olan bedenlerimizin bilincine varmış ve arzu edilen beden imgesine ulaşmak üzere bitmek bilmeyen bir mücadeleye de başlamışızdır’’

Çocukların bakımı ve eğitimi ile yakından ilgilenen kadınlarımız, ataerkil sisteme uyum sağlayan nesil yetiştirmek yerine, toplumun değer yargılarını, kurallarını, cinsellik anlayışını, eğlence şeklini, hayat anlayışını, kültürünü sorgulayarak çocuk yetiştirmelidir.

Gelecek, kadının ayağa kalkıp mücadeleyi omuzlamasıyla kazanılacaktır. Gelecek, kadının ellerinde yükselecek, özgürleşen kadın, özgür geleceği yaratacaktır.

Elbette erkeklerimiz de ipin ucundan tutacak, kadınları robot gibi yönetmekten ve kullanmaktan kendimizi men etmeliyiz. Kadına meta olarak değil de insan olarak yaklaşmayı başarabilirsek, işte o zaman insanlık adına yaşanacak bir “dünya” yaratılmış olur.

anlamak.org

Name of author

Name: webmaster

%d blogcu bunu beğendi: