Ne mutlu o yoksullara öteki dünya onların
Friedrich Engels bu sözleri söylerken devamında, er ya da geç bu dünya da yoksulların olacaktır diyordu. En azından görüş ve düşünceleri entelektüel gevezelikten ziyade bu dünyanın değiştirilmesi için kullanılsın istiyordu. Yoksulluk ve yoksulları düşünmek onlardan yana tavır almak sosyalist bir düşünce yapısını gerektirir. Ama diyeceksiniz ki iktidardaki hükümet de yoksullara yardım ediyor. Gaz, tuz, şeker, kömür dağıtıyor, ramazan ayında aşhaneler açıyor halka yemek veriyor. Zaten bu yazımın asıl amacı yoksulluk tartışmalarına bir katkı yapmaktan ziyade, mevcut iktidarın ülke yoksulluğunu nasıl kendi lehine kullandığını dile getirmek.
Aslında yapılan yardımlara karşı olduğumu söyleyemem. Devlet eğer Avrupa’daki anlamda sosyal bir devlet ise bu tür yardımları fakir ve işsiz halkına yapmak zorundadır. Avrupa’da genelinde işsiz olanlar iki yıl işsizlik sigortalarından maaşlarını alır ve bu sürede yeni iş bulamazlarsa sosyal yardımlaşma sandığından iş bulana kadar yardım alırlar. Ama bizde yapılanlar tamamıyla farklı. Politik çıkarlar için insanların bir gün, bir hafta, bir ay karnını doyurmak, bir çuval kömür, bir paket şeker vermek ve bunları sadece ramazan ayları ve seçim zamanında yapmak problemi ne ölçüde çözer.
Konumuza derinlemesine girmeden kısa bir istatistik vereceğim. Bugün dünyada 6 milyar insan yaşıyor ve 10 milyar insana yetecek kadar yiyecek var. Buna rağmen, açlık, açlıktan ölümler ve sefalet artıyor. 800 milyon insan yeterli beslenmeden yoksun ve 2,4 milyar insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Dünya nüfusunun en zengin yüzde 2’si; tüm dünya servetinin yarısına sahiptir, Dünya nüfusunun yüzde 1’i; tüm dünya servetinin yüzde 40’ına sahiptir, Dünyanın nüfusunun yarısını oluşturan yoksul kesimi ise; dünya zenginliklerinin yalnızca yüzde 1’ine sahiptir.” Bu saptamalar, Birleşmiş Milletler ’in 5 Aralık 2006 tarihli servet dağılımı raporunda yer alan ve kapitalizm koşulları altındaki Dünyanın bugünkü görünümü. Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ına karşılık gelen 2,6 milyar insan, günlük 2 Dolar’ın altında bir gelirle yaşamını sürdürmeye çabalıyor. (UNDP, Human Development Raporu 2007)
Durum böyle olunca bu çark nasıl oluyor da böyle dönüyor ve yoksulluk gittikçe azalacağı yerde artıyor. Yılın örneği G-8 adı altında Japonya’da toplanan Dünya’nın ahtapotları yediler, içtiler, eğlendiler, fotoğraf çektirdiler yoksul ülkelerle alay ederek dağıldılar. Bugün emperyalistler ve işbirlikçilerinin artık Dünya’da yoksulluğu hafifletmek gibi bir çabaları olmadığı gibi, tam tersine yoksulluğu nasıl olurda kurumsallaştırır, kanıksatırız çabaları var. Biz gibi fakir ülkelere önce yardım adı altında büyük faizlerle para vererek kendilerine bağlıyorlar. Sonra da (IMF. Dünya Bankası) her yıl ziyaretimize gelerek hükümeti sorguya çekiyorlar. Petrole zam, elektriğe zam, memur maaşlarını dondur, sağlık sigortası neymiş kaldır, emeklilik yaşını yükselt emekli olmadan ölsün. Asgari ücret yoksulluk sınırı altındaymış kime ne, zaten bu bizim isteğimiz. Sosyal haklarda kesintiye git, iş yasalarını acımasız, çekilmez hale getir. Devletin en verimli işletmelerini sat, fakirleş ki bana bağımlı kal.
Emperyalistler böyle çalışırken, onların uzaktan kumandalı eyaletleri öğrendiklerini aynen kendi halklarına uyguluyorlar. Slogan AÇ BIRAK-YOKSUL BIRAK-ONURSUZ BIRAK-SADAKAYA ALIŞTIR-DİLENCİLİĞİ ÖĞRET-SONRADA YARDIM ET-KENDİNE BAĞIMLI KIL. Aç bıraktığın halka iftar çadırları, yardım paketleri ile sadaka dağıtarak siyasi getirim sağla. Yoksulların insani değerlerini yerle bir et. Bu arada şükür edebiyatına gir, bu dünyanın fani olduğunu söyle. Beş parmağın beşi bir olur mu de. Kadere karşı gelinmez, öbür dünyadan cennetten hurilerden bahset.
Kasıtlı olarak cahil bırakılan sevgili halkım cehaletlerinin sonucu olarak bu dünyadan umudu keserek mutluluğu öbür dünya ya bırakırlar. Köyde hiçbir eğitim ve öğretim hakkına sahip olmamış, bir dilim ekmek için çekmediği çile kalmamış, açlıktan zulümden başka bir şey görmemiş bir insanın, ebetteki insanlık umutları ölüm ve sonrasına kalıyor.
Aklıma Kudüs’te ağlama duvarı karşısında her gün dua eden Polonya Yahudi’si ile Amerikalı gazetecinin söyleşisi geldi. “Sizi her gün burada, ağlama duvarında, dua ederken görüyorum. – “Evet, her sabah dükkânımı açmadan önce buraya gelir, dünya barışı ve ulusların kardeşliği için dua ederim. Öğle tatilinde yine gelir, bu kez yeryüzündeki acıların ortadan kalkması ve bütün insanların refaha kavuşması için dilekte bulunurum. Akşam da eve dönmeden önce yine uğrar; bu kez iyi ve dürüst insanların esenliği için dua ederim. Cumartesi günlerimin tamamını da burada geçiririm, aynı şeyler için dua ederek. – “Çok güzel. Ne kadardır sürüyor bu?” – “İsrail kurulup da buraya göç ettiğimden bu yana. Yani 40 yıldan fazla oldu…”
– “40 yıldır burada dua ediyorsunuz… Bunca yıl sonra nasıl bir duygu var içinizde? Nasıl hissediyorsunuz?” Yaşlı Musevi; ümitsiz, bitkin ve üzgün bir ifadeyle duvara bakar ve kırgın bir ifadeyle cevap verir: “Bilmiyorum. Sanki duvara konuşuyormuşum gibi bir duygu var içimde.”
Acaba diyorum her sözlerinin başında, haktan, adaletten, dinden, Müslümanlıktan, hayırdan, söz eden iktidar, ülkesinin yüzde 16’sı açlık, yüzde 74’ünün yoksulluk sınırında yaşadığını görmez mi? Günümüzde teknolojik ve sanayi gelişimin açlığı ve yoksulluğu açıkça engelleyebilecek bir seviyede iken, bu dinci iktidar neden hala yoksulluk borazanını üflemeye devam eder. Milyonlarca işsizin sorumluluğunu üstlenmezken neden onlara sadakayı, fitreyi ve uğursuzluğu öğütler.
anlamak.org