Anlamak Aşmaktır

Bilim İtaatsiz Olana İhtiyaç Duyar

Home » Ekonomi kötü demeyin

Ekonomi kötü demeyin

Yazar Ahmet Ümit bir söyleşisinde, ’’Korkmuyorum’’ demek yalan olur, bazen sansürlüyorum. Darbe ve OHAL atmosferi içinde bulunan işçiler durumu kabullenerek, zam isteyemedikleri gibi ücretlerinde kesintiye gidilmesine razı olanlar var. İşadamları ‘’ekonomi kötü’’ demeye korkuyoruz diyor.  Adana’nın Aladağ ilçesinde bir öğrenci yurdunda yangın çıkıyor 12 kişi hayatını kaybediyor. Yangına ‘’yayın yasağı’’ geliyor. Bir yetkili çıksa da yangına yayın yasağının mantığını açıklasa demiyorum, nelerin üstünü karartmaya çalışıyorsunuz diye soruyorum?

Yani efendiler diyor ki görmeyin, duymayın, yazmayın, eleştirmeyin. Tek tip olun, tek tip yaşantı, tek tip eğitim, tek tip insan, tek tip düşünün vay haline aykırı düşünenlerin.

Platon böylelerine olan kaygısını şu sözlerle ifade ediyor, “Karanlıktan korkan bir çocuğu kolaylıkla hoş görebiliriz, asıl trajedi yetişkinlerin aydınlıktan korkmaları.”

Ekonomi kötüye gidiyor demeyecekmişiz. Keşke iyiye gitse de iyi desek.

Biraz ekonomi bilenler ise, ekonominin hiç de “tıkırında” olmadığını görüyorlar. Çünkü ekonomi senin benim isteğime göre hareket etmez, nesnel yasaları vardır. Çünkü bu nesnel yasaları biz, istesek de istemesek de, irademiz dışında ortaya çıkar ve irademizden bağımsız olarak hareket ederler.

Doların, Euro’nun TL karşısında amansız yükselişini birilerinin zihinlerinden çıkarmalarını “rica” edemeyiz. Durum zihinsel-vicdani bir durum değil, ekonomik sistem içi yapılar gereğidir. Yani kötü gidiş ‘’kirletilmiş-zihinsel değil, ekonomik-yapısaldır.’’

Bu kuralları bilmeden her kim ekonomi iyi gidiyor diyorsa hem ‘’dezenformasyon hem de manipülasyon’’ yapan bir borsa spekülatöründen farkı olmayacaktır.

Evet, ülkede, borçlar katlanıyor, paranın değeri düşüyor, enflasyon çıkıyor, ücretler eriyor, ambarlar boşalıyor, gerçek işsizlik yüzde 20’ye dayanıyor, büyüme duruyor, sanayide kriz, iç piyasa durgun. Turizm bildiğiniz gibi oteller kapanıyor, uçaklar hangara çekiliyor içerde savaş-dışarda savaş.

Bunların çoğunu görüyor, yaşıyor, okuyoruz. Buna rağmen Hükümet kanadından iyimser açıklamalar sürüyor ‘’telaş edilecek bir durum yok’’. Doların yükselişi küresel dalgalanmaların yanı sıra ABD’de Trump’ın seçimine bağlanıyor.

Elbette bir politik yanıtla bilimsel yanıt farklı olacaktır. Çünkü ekonomi, rakamlarla ifade edilen artış azalış yüzdeleriyle ve miktarlarla ifade edilen bir alan olarak hem matematikle hem Sosyoloji ile toplumsal, kültürel ve psikolojik bağlantıları olan bir bilim alanıdır. Rakam ve istatistiklerle çalışan bir disiplin boyutu vardır. Siz bu değerleri göz ardı ederek, TL rekor seviyede değer kaybederken ama ‘’ekonomi sağlam’’ derseniz zihin altında yatanları ortaya koyarsınız.

O zaman hükümetinizin başarısı, yoksulluğu giderebilmekle değil, sadece yönetebilmekle ölçülür.

Bu durumda kitaplara sığmayan ekonominin bilimsel açıklamasını kısa da olsa politikacıların anlayabileceği şekilde basitleştirerek anlatalım.

Muhasebe ve Cari Açık

Dünyada muhasebe denilen bir bilim dalı var. Çift taraflı kayıt usulünün tarihçesi Avrupa’da 15. yüzyılın sonlarına kadar gider. Muhasebe ev, işyeri ve devletlerin varlık ve kaynaklarının hareketlerini kayıt, sınıflandırma, özetleme, analiz etme ve yorumlama gibi fonksiyonlar ile takip eden bir bilim dalıdır. İnsanlar boş konuşmak yerine muhasebe verilerine dayanarak ev, iş yeri veya ülkelerinin gidişatını denetlerler. En basit örnek kendi ailemizi düşünelim. 3 bin TL evimize aylık girdimiz var buna karşılık aylık harcamamız 4 bin TL. Yani gelirimizden daha fazla harcama yapıyoruz, ay sonunda borçlanıyoruz. Bu durumda bizim evin cari açığı doğar. Peki, bu durum ülkelerde nasıl? Bir ülke bütün ihtiyaçlarını kendi başına karşılar ve başka bir ülkeye ihtiyacı olmaz ise cari açık diye bir derdi olmaz. Maalesef böyle bir ülke hemen hemen yoktur ve ülkeler birbirlerinden alışveriş yaparlar. Bir ülkenin aldıkları sattıklarından fazla ise, aradaki fark ödemeler bilançosu açığı cari açık olur. Eğer bir ülkenin ithalatı ihracatından fazla ise, o ülke, bazı istisnalar dışında cari açık verecek demektir. Öyle de olmuştur. Dolayısıyla cari açık bir ülke ekonomisi için oldukça önemli bir göstergedir.

Cari açık denilince akla birbiriyle bağlantılı üç olgu gelir.

a)Dış borç, b) İç borç ve c) yüksek faiz ödemeleri.

Cari açık çıktı kara kara düşünmemize gerek yok paramız varsa kapatırız (ki para olsaydı açık olmazdı) yoksa borçlanırız. Borçları nereden alacağız? İçerden ve dışardan. Almasına alacağız ama kapitalist dünyada kimse kimsenin karakaşına mavi gözüne hayran değil. Borcu verenlerin belirleyeceği faiz koşullarında borçlanmaya giderken başımıza bir de faiz derdi açarız. Yani cari açık veren bir ülke, açığı kapatmak için borçlanmaya gitmesi, iç ve dış borç alması, her durumda belli bir faiz ödeme durumunu beraberinde getirir.

Peki, bu borçlanmayı nasıl yaparız? Dış borçlarda yabancıların kapısını çalarız. Bu borçlanma da, yabancı ülkelerden ya da finans kuruluşlarından faiz karşılığı döviz alırız. İç borçlanmada ise hayal satarız. Hazinemize yüksek faizli bono ve tahviller çıkartarak bunları halka arz ederek iç borçlanırız.

Bu borçların birde ülke içi dağılımı var. Elbette bu borçların hepsi devletin değil.

Burada borçlar devleti, bankaları, MÜSİAD TÜSİAD hepsini kapsamaktadır. Bir örnek, 2009’da 67 milyar olan döviz açığı 2016’da 211 milyar dolara çıkmış, yani üç kat artmış. Aşağıda geçmiş yılların grafiklerine bakarak tehlikenin ölçüsünü kabadayılanarak değil mantık çerçevesinde anlarız.

 

cari-acik ticari-acik

 

Ayrıca ekonomik literatürde cari açığın GSYİH’ya oranının %5 olması gerektiği ve bu değerin eşik değer olduğu öne sürülmektedir. Türkiye’nin 2011 yılında cari açığı GSYİH’nın %10 una ulaşmıştır. Özellikle ‘’cari açık sorunu’’, ülkemiz için dikkate alınması gereken bir erken uyarı sinyalidir.

Bir de ekonominin sağlıklı yürümesi için alanın da verenin de memnun olması gerekir. Yani borçların zamanında ödenmesi gerekir, ödenmese ne olur? İster şahıs ister ülkeler ister şirketler açısından olsun, her durumda borç alanın borçlarını ödeyemediği bir durum ‘’Borç krizi’’ doğurur. Açıktır ki, borçlunun borcunu ödeyememesi, aynı zamanda alacaklının da alacağını tahsil edememesi demektir. Ama şu an yaşadığımız “borç krizi” terimi, borçlunun, borcunu değil, borcunun faizlerini ödeyememesi durumunu anlatmaktadır. Böylece artan borç miktarı borç faiz miktarının artmasına, borç faiz miktarının artması bütçe açığının büyümesine yol açarak kısır bir döngü oluşturur. Özel teşebbüs, bankalar bu borçları ödeyemediği durumlarda ya devlete yük olur ya da batar.

Çok önemli bir veri, Türkiye’nin 2010 yılında iç borçların karşılığı olarak ödediği faiz miktarı ‘’42 milyar TL, yaklaşık 30 milyar dolar olmuştur.’’ Bu da cari açığın yaklaşık 2/3’üne denk düşmektedir. Dış borçlar için de hemen hemen aynı miktarda faiz ödenmektedir. ‘’Böylece iç ve dış borçlanmayla kapatılan cari açık, kendisinden çok daha fazla faiz ödenmesini beraberinde getirir.’’

Sonuç

Ben bu değerlendirmeyi yaptığım sıralarda akşam haberlerini dinliyorum spikerin ilk sözü ‘’dolar rekor üstüne rekor kırıyor’’ sözleri oluyor. Hükümet bugüne kadar iki üç acil önlem toplantısı yaptı dolar buna rağmen yükseldi. Bahçeli ile Başbakan buluştu, başkanlık konusunda pürüz kalmadı açıklaması yapıldı ‘dolar delirdi.’ Cumhurbaşkanı ‘’yastık altındaki dövizleri bozdurun’’ çağrısı yaptı dolar bunları duymadı. Sözün kısası ne yaptılarsa dolar hortladı. Peki, ne yapmaları gerekiyordu?

Ekonomiyi tanımak tarif etmek, Hintlilerin Fil tarifine benzemez. ‘’Hintliler bir fili halka göstermek için getirip karanlık bir ahıra kapatırlar. Hayvanı görmek için o karanlık yere bir hayli adam toplanır. File ellerini sürmeye başlarlar. Birisi eline hortumunu geçirir; Fil bir oluğa benziyor der. Başka biri filin kulağını yakalar; Fil yelpaze gibi bir hayvan der. Filin ayağını yakalayan ise; Fili bir direğe benzetir. Herkes filin neresine dokunduysa ona göre anlatmaya çalışır. Avuç bütün fili tutamaz ki. ’’Oysaki herkesin elinde bir mum olsaydı, sözlerde aykırılık kalmazdı.’’

Bakın size Ekonominin Fil tarifine benzetilmesine somut bir örnek. Yazımı tamamlamak üzere iken 2 Kasım 2016 tarihli iki devlet yetkilisinin canlı yayında demecini yorum yapmadan paylaşıyorum.

Batman’da konuşan Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, “Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra belki de en sıkıntılı, en zorlu bir dönemden geçiyoruz. Çünkü Orta Doğu’da büyük oyun yeniden sahnede ve buradaki kaosun bize yansımaları çok büyük” dedi. Ankara’da otonomi açılışı töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ekonomideki sert dalgalanmalara ilişkin olarak, “Artık Türkiye birey olarak zenginleşiyor, bugünkü Türkiye, 14 yıl önceki Türkiye’den 3 yaş zengindir. Kim ne derse desin, bugün herhangi bir vatandaşımızın otomobil alma imkânı 3 kat daha fazladır’’ dedi.

Yorumlamanız için açıklayıcı bir bilgi 2002 yılında dolar kuru en düşük, en yüksek 1,2-1,6 arasında olurken 2016 yılı bugün itibarı ile 3,55 lerde geziniyor. 2002 yılında sadece 626 milyon dolar olan cari açık 2015 yılı itibarı ile 64,7 milyar dolar oluyor. Buradan üç kat zenginlik nasıl çıkıyor?

AKP’de ekonomide kötü gidişi görüp de söyleyen birkaç kişi ‘’çatlak ses’’ olarak nitelenip susturuldu.

Bir ülkede “Para ve güven ilişkisi ‘yumurta tavuk’ ilişkisine benzer.’’ Ülkede güven varsa para girer, güven yoksa para çıkar. Para giriyorsa güven var, para kaçıyorsa güven yok. Bu şu anlama gelir, Sermaye bir ülkeye kar yapmak için gelir. Yatırım yaparken sadece “ne kazanırım değil, “ülke ne kadar güvenli” ona bakar. Güvenlik hem iç güvenlik hem dış güvenlik anlamına gelir. Hükümet bütün ekonomik önlemleri aldım diyor ama doların ateşi düşmüyor.

İşte burada sorun sadece ekonomik değil, güven ve politik gerekçesi olan bir sorun oluyor.

İçerde halk yalanlarla beslenip, gözlerine perde çekip, suni ayrılıklarla bölünüyor, medya tek elde toplanarak gerçekler manipüle ediliyor. Ülke OHAL yasaları ile yönetilip işçiler örgütsüz bırakılıyor. Hukuk, insan hakları, yargı bağımsızlığı, ifade özgürlüğü ihlalleri ile halk korkutuluyor. Seçilmiş vekiller, yerel yöneticiler, akademisyenler yazarlar hapse doldurulurken tacizcileri dışarı salma yasası meclisten geçirilmeye çalışılıyor.

Dışarda Ortadoğu’da savaşa girmiş, bütün komşuları ile sorunlu, her an daha sıcak savaşlara girebilecek bir ülke olarak görülüyor. Avrupa Birliği müzakereleri dondurma seviyesine getirilerek hiç karşıtı olmayan içi boş tüccar zihniyeti ile Şangay üyeliği söylemleri ile gerçekler bir kere daha manipüle ediliyor. Manipüle diyorum Şangay bir ekonomik birlik değil, sınır koruma birliği olarak kurulmuş, daha üyeleri arasında bile bir gümrük birliği antlaşması yok. Yüzde 50 civarında ekonomik ilişkisi Avrupa ile olan bir Türkiye nasıl olur da Şangay blöfü yapar ve buna kim inanır.

Hükümet gerçekten ekonominin düzlüğe çıkması doların düşmesini istiyorsa bugüne kadar olan ezberini bozması gerekir. Soru çok açık, kendinizce her yolu denediniz ama olmadı, hiç denemediğiniz hiç üstüne uğramadığınız, hiç tanışmadığınız şu kelimelerle tanışıp hayata geçirin faydası olacak.

Demokrasi, özgürlük, insan hakları, hukukun üstünlüğü, bilimsel eğitim, yargı bağımsızlığı, ifade özgürlüğü. Bir ülkede bunlar yoksa o ülkeye güven de yoktur. Siz bu adımları atmadığınız müddetçe Türkiye’ye olan güvensizlik imajı düzelmeyecektir.

‘’Öyle anlar vardır ki, gerçekler gizlenemez hale gelir. Şu an iktidarın gelmiş olduğu nokta budur.’’ Bir gün arayla bir yerde, ’yastık altındaki dövizleri bozdurun’ çağrısı yaparken bir gün sonra bugünkü Türkiye, 14 yıl önceki Türkiye’den 3 yaş zengindir demenin mantıksal çelişkisi tercüme edilmeye gerek duyulmaz, çünkü gizlenemeyen bir gerçektir.

anlamak.org

 

Name of author

Name: webmaster

%d blogcu bunu beğendi: