Anlamak Aşmaktır

Bilim İtaatsiz Olana İhtiyaç Duyar

Home » Aldatanlar ve Aldananlar

Aldatanlar ve Aldananlar

Darbe girişimi sonrası tartışmalar, itiraflar bütün hızıyla devam ediyor. Kafaları karıştıran iki soru; ‘’İlkokulu dışarıdan bitiren bir Molla, nasıl milyarlarca dolarlık varlığa sahip ve 170 ülkede örgütlü bir yapının lideri oldu’’ Diğer bir soru ise nasıl oldu da hep birlikte Elele tutuşup bu adama ‘’aldandık’’. Çünkü bu adam bu hale gelene kadar, Demirel-Ecevit-Özal-Çiller-Erdoğan iktidarlarını kullandığı gibi çok sayıda milletvekili görüşebilmek, çok sayıda bürokrat el etek öpebilmek, çok sayıda sporcu para yardımı yapabilmek için sıraya girmiş.

Fetö ve örgütü hakkında en detaylı açıklamalar yıllarca yanında çalışmış, sağ kolu sol kolu olmuş, imam mertebesine yükselmiş kişilerden geliyor. Bunlardan biri yine 17 yıl yanında çalışmış hayatında hiç futbol maçı izlememiş ama ‘’spor imamı olmuş’’ Said Alpsoy’dan geldi. 11 Ağustos CNN-Türk Didem Arslan Yılmaz’ın sunduğu İsmail Saymaz ve Nevzat Çiçek’in bulunduğu programa katılan Alpsoy ilginç açıklamalarda bulundu.

Tabii uzun uzun Fetö örgüt yapısı ve çalışma stillerini anlatan Alpsoy katılımcıların ve mesaj yoluyla gelen sorulara açık yüreklilikle yanıtlar verdi. Fetö’ye inanan para yardımında bulunan insanların saf temiz Anadolu insanı olduğu vurgusunu yaparken özellikle sporcuların suçsuz olduğunu söyledi. Katılımcılardan cemaat kültürü almış Nevzat Çiçek şöyle bir soru sordu. ‘’Peki, hoca bir gün siz en yakındakilere rüyamda gördüm hemen intihar ederseniz hepiniz cennete gidecek deseydi kendinizi öldürür müydünüz?’’ Alpsoy bu soruyu kesinlikle ‘’evet’’ diyerek yanıtladı ve ekledi öldüremeyen olursa da inanmadığından değil kendini öldürmeye korktuğundan öldürmez, yani inancımızda bir şüphe yoktu dedi.

İsmail Saymaz’ın sorusu ‘’kendini mehdi gibi tanıtan Peygamberi rüyasında gören onunla her Perşembe konuştuğunu söyleyen buna benzer bir sürü saçmalıklar anlatan birisine 17 yıl nasıl fark etmez ve koşulsuz inanırsınız’’. Dinin gücü ile Allah adına inandık, Dünya’da insanları inandırabilmek için bundan büyük bir metot yok. İşin içine din ve Allah girince insanlar inanıyor.

Bu cümleye takılıp kaldım, ‘’Dinin gücü ve Allah adına’’ evet kendi açısından doğru söylüyordu.

Aklıma  gelen ilk soru, aldananlar var ama aldanmayanlar da var. Biz çoğu solcular bilime inanmış entelektüeller, akademisyenler neden aldanmadılar?

Çünkü aldananlarla-aldanmayanların bilmek ve inanmak değer algıları değişikti. Bilmek öncelikle kuşku duymayı, sorgulamayı, soru sormayı gerektirir. Bilimsel ilerlemenin ve bilimsel bilginin temelinde hemen her şeyden kuşku duymak yatar. İnanç ise bunların reddi üzerine oturur, tartışılmaz, ön kabul vardır, yargılar baştan verilir, doğrular baştan bellidir. Çünkü kuranda geçen tüm ifadelerin doğruluğu baştan kabul edilmiştir Din ile bilimin birinci önemli farkı “yanlışlanabilirlik” noktasındadır. Bilimde, yanlışlanabilir olmayan bir kavramın bilgi değeri yoktur. ‘’Elimde kırmızı bir balon var” yanlışlanabilir bir önermedir. Eğer yanlışsa, yani elimde bir balon yoksa ya da başka renk bir balon varsa, bunu anlamak çok kolaydır. Fakat “Ölümden sonra hayat var” yanlışlanabilir değildir.

Örneğin; dışarıda yağmur yağdığına inanıyorsak, bu inancımız dışarıda yağmur yağıp yağmadığına ilişkin durumu gerçekte yansıtabilir mi? Kesinlikle hayır, sırf inandığınız için doğru kabul etmek akıl ve mantık dışıdır. Ancak dışarı çıkıp yağmurun yağdığını gördüğümüzde inanç bilmeye dönüşür. Bir fikrin doğruluğu, ancak onun doğruluğunu ispat eden deliller ortaya konduktan sonra kabul edilebilir. Bir fikri önce kabul edip, sonra onu ispat edecek delil aramak anlamsızdır.

Bilimsel düşüncedeki şüphe ile dindeki iman, bir araya gelmez iki karşıt değeri temsil eder. Din, hakikate sahip olduğuna ve kendisine kayıtsız şartsız iman edilmesini bekler. Bilimsel düşünce ise hakikati ve gerçeği keşfetme çabasında olduğundan, önüne çıkan her şeyden şüphe etmektedir.

Bir bilinmeyeni başka bir bilinmeyenle “tabiat-doğaüstü” izaha kalkışmanın adı Mistizmdir. Akıl insan duyularınca sağlanan materyali algılar tanımlar. Mistizm duyusal olmayan bir bilgi elde etme yolunda aklı devre dışı bırakmaya çalışır.

Said Alpsoy cemaatçi sporculardan Hakan Şükür hakkında söyledikleri ‘’din ve inancın’’ aklı nasıl tasfiye ettiğine somut bir örnektir. ‘’Hakan Şükür evliliğinden tutun İtalya’ya transferine kadar hayatın hiçbir dalında kendisi karar vermedi kalk denildi kalktı otur denildi oturdu’’

İşte burada görüldüğü gibi inanç, aklın sahip olduğu fikir olmuyor, akla sahip olan fikir oluyor.

 

putperesst-2

 

Külliye-Yenikapı ama eski Kafa

Darbe girişimi bertaraf edildi, darbe karşıtlığında bütün bir ülke hem fikir. Demokrasi nöbetleri iki büyük mitingle son buldu. Hani diyoruz ya “Bir musibet bin nasihatten iyidir” bakalım biz bu musibetten bir ders alabilmiş miyiz?

Külliye ve Yenikapı mitingini 18 gazeteden 57 yazar yazmış. Parti başkanları, Başbakan, Cumhurbaşkanı, Diyanet ve Genelkurmay başkanı konuştu. Kılıçdaroğlu 12 maddelik manifestosunu okurken geriye kalan konuşmacılar olağanüstü bir İslamcı-Milliyetçi-Militarist söylemlerle şahlandı. Batı düşmanlığı ve ‘’linç kültürü’’ su yüzüne çıktı. Ezmek, imha etmek, öldürmek derken ‘’idam’’ sesleri ve ‘’ben onaylarım’’ yanıtı. Öyle derken bile samimiyet yok sokağa teslimiyet var. Bırakın Avrupa ve Amerika’yı Dünya’da medeniyim diyen hiçbir ülke idam olan bir ülkeye suçluyu teslim etmez. Ben idam kararını onaylarım demenin Türkçe karşılığı ‘’ABD sakın ha Fetullah Gülen’i bize iade etme demektir.’’ Zaten Külliye konuşma başlangıcı ayrımcılığa vurgu yapılarak başlandı ‘’Çılgın Türkler ama imanlı çılgın Türkler’’

Peki, 57 yazarı ile Türkiye medyası ne yazdı? Bırakın dürüst tavır almayı, tarafsız bakmayı, soru sormayı bile unuttu. Gücü tespit ederek ve güce yaslanarak ben nasıl olurda iktidardan daha fazla ‘’şak şak, aferin alırım yarışmasına girdiler” Buna ne gerek vardı, iktidar zaten hata yapmış Cumhurbaşkanı ‘’Rabbim ve milletim bizi affetsin’’ derken size ne oluyor bu neyin şak şakı. Meydanlarda cinsiyetçi, ırkçı söylemler tavan yaparken akıllarına ne insan hakları, ne kadın hakları geldi. TV tartışmalarında Fetö örgütü tarif edilirken ısrarla ‘’dini görünümlü’’ tarifi İsmail Saymaz’ı öfkelendirdi, neyi gizlemeye çalışıyorsunuz neden hala ‘’dini’’ diyemiyorsunuz ‘’Fetö dini bir yapılanmadır’’ sözleri tartışmaya damgasını vurdu.

Ülke darbe aşamasına nasıl geldi sorusuna ‘’din kullanılarak’’ yanıtı bütün politikacı, yazar, çizerlerin ortak düşüncesi olurken halen yarışırcasına dini söylemler ne anlama geliyor? Bir insanın en temel davranışı bile bir parça düşünmeyi gerektirir. Bırakalım insanı bir kedi bile fare yakalamak için pusuya yatarak aklını ortaya koyar. Burada araç din ve bu araç kullanılmaya müsait, bir Fetö gider başka Fetö gelir. Ülkenin yeterince farklı cemaatleri, farklı tarikatları, farklı dini vakıf ve kuran kursları var.

Politikacıları bir noktada anlarım. ”Muhafazakâr bir toplumda halka ulaşabilmenin en önemli yollarından biri din adamlarıdır, Muhafazakâr bir toplumda tarikatların hemen hepsi devletle içli dışlıdır, tarikatlar mevcut partilerin oy deposudur.’’ Bunu bilen politikacı dini söylemden uzaklaşmaz. Şu da ayrı bir gerçek ki, Türkiye’de ısrarla din üzerinden politika yapanların kesinlikle bilimsellikle, halkın refahı geleceği ile ilgili bir kaygıları yoktur, varsa yoksa koltuk sevdası oy kaygısıdır. İşte bunları göremeyen medya halkı bilgilendirmek için değil, halkı yanıltmak için var olur.

Düşünceleri değiştirmek zordur ama inançları değiştirmek daha zordur. Türkiye medyası şunu anlamalıdır; bütün inançların tartışılabilir, üzerinde düşünülebilir ve değiştirilebilir olduğu inancını sadece içsel olarak değil dışsal olarak da tartışabilir olmalıdır. Bunu yapamayan bir kalemin bilimselliğinden söz edilemez bunu yapamayan kalem objektif bir yazı yazamaz.

Uzun süredir Avrupa’da yaşar ve günlük medyayı iyi takip ederim. Sağcısı, solcusu, muhafazakârı olsun, ben bir politikacı devlet başkanı konuşmasına ‘’Jesus-Gott’’ (İsa-Allah) karıştırdığını fikirlerini bunlara dayanarak doğrulattığını görmedim. Angela Merkel Almanya başbakanı ve dini bir partinin lideri ‘’Christlich Demokratische Union’’ (Hristiyan Demokratik Birliği) daha ben politik arenada hiçbir dini söylemini ne duydum ne okudum.

Kilise Galileo’yu hapislerde çürüttü ama 1992’de, Galileo’nun duruşmasından tam 359 yıl sonra Papa II. John Paul, Galileo’nun cesaretini kabul eden ve cezalandırılmasından dolayı resmen özür dileyen bir komisyon kurdu ve Galileo’dan özür dilendi.

Charles Darwin, doğumundan 200 yıl sonra, İngiliz Kilisesi sana bir özür borçlu, seni yanlış anladığı, sana yanlış tepki verdiği ve başkalarının da seni hala yanlış anlamasına sebep olduğu için.” ifadesine yer verdi.

Yani Avrupa bugün Türkiye’de yaşanan zihinsel yapıyı 200-300 yıl önce çöp sepetine attı.

Görüldüğü üzere ‘’aldatanlar-aldananlar’’ da aynı enstrümanı kullanıyor. Din devreye girdiğinde akıl devreden çıkıyor. 15 Temmuz’u gerçekten milat olarak görmek isteyenler 14 Temmuz’da bırakılan yerden devam edemezler. Bütün ülkede insanları aklı kullanmaya davet edelim. Çünkü İnsanların bir şeye İNANMA ihtiyacı yoktur, bir şeyleri BİLME ihtiyacı vardır.

Huzeyl’in ifadesiyle, “Gerçekler öğrenilince, zannetmeler biter”!

Eğer insanların BİLME ihtiyacı giderilmezse o noktalarda inanç olayı devreye girecektir.

anlamak.org

 

 

 

 

 

Name of author

Name: webmaster

%d blogcu bunu beğendi: