Yabancılaşma
Sosyoloji okumalarında ‘’Yabancılaşma’’ temasını okurken bizim ona verdiğimiz değerden daha fazlasını hak ediyor düşüncesiyle bir yazı yazmak istemiştim. İnsanoğlunun yabancılaşmış yönü, “hayali gerçeğe, gerçeği ise hayale dönüştüren’’ dünyayı ters yüz eden yeteneği dikkatimi çekmişti. Yazma isteğim unutulanlar arasına karışmışken Dostoyevski imdadıma yetişti. Çar tarafından Sibirya’da hapse mahkûm edilen Dostoyevski Sibirya mahkûmiyeti sonrası yazdığı ‘’Ölüler Evinden Anılar’’ kitabını okurken sadece insanın değil hayvanların bile yabancılaştığını fark ettim.
‘’Belka hapishanenin köpeği, koğuşlar arasında, verilen ekmek artıklarıyla yaşardı. Ama basit halk arasında köpek ilgiye değmez, tiksinti verici bir hayvan sayıldığından, bizde Belka’ya değer veren yoktu. Bizden birisini görür görmez, adam daha birkaç adım ötedeyken, hemen “Ne istersen yap, teslimim.” der gibi sırtüstü yatıverirdi. Önünde yuvarlandığı her mahpus da, sanki yapılması gereken bir ödevmiş gibi mutlaka hayvanın karnına bir tekme sallar, “Tüh rezil!” diye söylenirdi. Belka gıkını çıkarmaya bile cesaret edemez, ancak canı çok yandıysa, boğuk, acıklı bir sesle ulurdu. Bir kere Belka’yı sevmek istedim; bu onun için o kadar yeni, beklenilmedik bir şeydi ki, hayvan cağız önce dört ayağı üzerinde yere çöküverdi, bütün gövdesi ürperdi; sonra çok duygulandığından olacak, iniltiyle ağlama arası sesler çıkarmaya başladı. Acıdığım için onu sık sık seviyordum. Sevgime iniltilerle karşılık verirdi hep. Beni ta uzaktan görünce inlemeye başlar, acıklı sesler çıkarırdı.’’
‘’Zulüm bir alışkanlıktır; insanda bu alışkanlığın kökleşmesi, sonunda hastalığa dönüşmesi mümkündür. Sarsılmaz inancıma göre, en iyi bir insan bile alışkanlıkla, sanki bir hayvanmış gibi kabalaşıp o derece aptallaşabilir. Kanla, kudretle mest olur; hoyratlığı, ahlaksızlığı, içindeki kötülüğü büsbütün geliştirir; aklı, duyguları kesinlikle doğal olmayan hareketleri yadırgamaz ve sonunda bundan zevk almaya başlar. Bir zalimde hem insanlık, hem de vatandaşlık tamamıyla yok olmuştur; yeniden onurlu bir insan olması, pişmanlık duyup eski hayatına dönmesi hemen hemen imkânsızdır’’ Dostoyevski Ölüler Evinden Anılar
Bu dizeleri okurken kendi kendime Dostoyevski bir taşla iki kuş vurmuş dedim. Bir tarafta zulmü alışkanlık haline getiren kan ve güç sarhoşu insan, diğer tarafta tekmeye alışmış bir köpeğin sevgi karşısında şaşkınlığı, sevgiye olan açlığı ama neticede ikisi de kendine yabancı.
Yabancılaşarak Çürüme Çıldırma Tükenme ve Bitme
Söylenceleri icat etmek kolay ama bunlardan kurtulmak zor bir iş diyor üstadımız. Boş bir balona düpedüz cehalet, bolca sıcak havayla tıka basa doldurup havalandırmak yeter de artar bile. Bunu kim yapar nasıl yapar beraberce bir günlük medya turuna çıkalım.
Avrupa’da çoğu eve ücretsiz ulaşan Post gazetesine şöyle bir göz atarak güne başladım. Baş sayfada gördüklerim; ‘’Yüzme dersine katılmayana vatandaşlık verilmiyor, THY acenteleriyle iftarda, İş dünyası iftarda buluştu, UETD iftarına yoğun katılım, ITDV ve MUSIAD’tan ortak iftar, DTIK’nin iftarına yoğun ilgi, Türk Federasyon’dan iftar’’ El insaf dedim iç sayfalara geçtim, iç sayfalar yukardaki başlıkların resimleri ve bol bol reklam. İsviçre’nin 20 minuten gazetesine hayıflanır ve çoğu zaman 20 dakikada bitiremezdim Post gazetesi 3 dakikada bitti. ‘’İnsanlar bilgisiz doğar ama yanlış eğitilerek aptallaştırılır.’’ Sanki ülkede dünyada başka bir sorun yok, bu iftarda buluşan para babası din tüccarlarına gelin ‘’Sadaka verilen yoksullar yerine, ortadan kaldırılmış bir yoksulluk için’’ savaşalım desek mezarlıkta hayalet görmüş gibi kaçarlar.
Akşam haberlerine geçtim, haberler bitene kadar tam beş kanal değiştirdim. Haber programcıları da tam beş değişik bölgeye geçerek beş değişik asker cenaze ve defin işlemlerini verdi. Ne için savaştığını bile bilmeyen, vatan dediği topraklarda bir dikili ağacı olmayan suçsuz insanlar öldü. Halkımız şehitler ölmez vatan bölünmez dedi. Hocalar dakikalarca dualar etti, helallik istedi asıl suçlular ise gazete köşelerinde iftar yemekleri verdiler, sadaka dağıttılar suçlarından arınarak günah çıkarttılar. Ama bu savaş niye, bu ölümler niye, bu düşmanlıklar niye sorma cesaretini kimseler gösteremedi, göstertmediler. Gündemin olmazsa olmazı ‘’trafik kazaları, kadın cinayetleri, hırsızlık ve kavgalara, tomalı saldırılara’’ zaman kalmadı. Aynı gün dünyada çok kayda değer olaylar oldu, ama biz Türkiye olarak bu gezegenin dışında olduğumuz için anlamını bilemediğimiz duaları dinlemekle yetindik.
İnternetten akla yatkın bir şeyler okumak için dolaşırken, ‘’Cumhurbaşkanı Başdanışmanı: Türkiye, Erdoğan öncülüğünde yeni bir Kurtuluş Savaşı veriyor’’ başlığına tosladım. Arno Gruen “Hızla değişebilen insanlar gerçek acı ve üzüntüyü algılayamazlar!” diyor ve devam ediyor. ‘’Benzer pek çok örneği Nazi döneminde bulabiliriz. Nazi Almanya’sında çok hızlı sivrilen daha otuz dokuz yaşındayken Polonya protektorasının genel valisi olan Hans Frank çıkartıldığı Nürnberg’deki savaş suçluları mahkemesinde şu konuşması sorulur. “Beyler, sizden duygularınızı her türlü acımadan arındırmanızı rica etmek zorundayım. Yahudileri her bulduğumuz yerde ve fırsatta yok etmeliyiz.” Frank bu soruya “Bilmiyorum, bunu kendim de anlayamıyorum,” derken belki de doğruyu söylüyordu, zira kimliksiz olan, dolayısıyla geçerli normlar temelinde “doğru” ve “yakışık alır” davranmaya dayanan bir kimliğe sahip insan, bir başka otoriteye itaat etmesi gerektiği zaman, bir anda eski kendiliğini yenisiyle değiştirir. (Manvell, 1967)
Ülkeyi kan gölüne çevirenler, halkına savaş açıp düşünenleri zindanlara dolduranlar, etrafta dost bir komşu bırakmayanlar danışman Yiğit Bulut aracıyla kurtuluş savaşı başlatıyor. Başdanışman Bulut ise tıpkı Nazi Almanya’sının Frankı gibi “doğru” ve “yakışık alır” davranmaya dayanan bir kimliğin iradesiyle eski kendiliğini yenisiyle değiştirerek savaşa başlıyor.
İnsanlar geleceğe ve kurtuluşa hayatın her alanında yabancılaşıyor. Öncelikle çocuklara dini eğitim ile geçmiş tarih bağnazlığı ile yabancılaştırılıyor. Büyük adam kuramı çocuklar kendilerini eski padişah, krallarla özdeşleştirip geleceğe yabancılaştırılıyor. Spor Toto, Milli Piyango, Banka İkramiyeleri, açık arttırma, Hasan değil, basan alır, şeklinde soysuzlaşmış kültür ile yabancılaştırılıyor. Burjuva kültürü kadın erkek arasındaki doğal cinsel ilişkileri gençliğe yabancılaştırıp ‘’Seks’’ adı altında karşı cinsleri birbirinden uzaklaştırılıyor. Kâr amacı taşıyan profesyonel spor kültürü ve milli maçların arkasındaki şoven sloganlarla gençlik yanlış yönlendiriliyor. Moda, Fotoroman kültürü, ucuz kitap, parasız yayınlar yolu ile çocukların çağına geleceğe ve barışa yabancılaştırılıyor. Diziler ve sahte evlendirme programları ile halk sadece izleyen ama düşünemeyen hale getiriliyor.
Marx’ın Yabancılaşma Teorisi’ni Anlamak
Gerek yazılı veya kulaktan kulağa gelen destanlarda, dinsel anlatılarda hep kulağımıza üflemişlerdir. İnsanlar hep uyum içinde yaşıyorlardı. Derken, Kâbil’in kardeşi Hâbil’i öldürdü insanlar birbirine düştü. Kavimler arasına düşmanlık girdi. İnsanların gözünü mal hırsı bürüdü çekmezlik başladı eski huzur kalmadı. Ama bütün bunlar aslında birer sınavdı insanlık bu sınavlar sayesinde kötülüklerden arınarak huzura kavuşacaktı.
İnsanlık kötülüklerden arınamadı, çünkü kendine aykırı toplumsal koşullarda yaşıyordu. Emekle insan doğası arasındaki ilişki saptırıldı ve bunun adı yabancılaşma oldu. Mark, yabancılaşma kavramını, kapitalist üretimin insanlar ve toplum üzerindeki yıkıcı etkisini ortaya çıkarmak için kullanır. Burada üretim araçlarına sahip olan kapitalistler ve emeğini satan işçilerle iki-sınıflı sisteme vurgu yapar. İşçi sınıfının kendi ürettiği malı alamayışı veya kendi ürettiği ürünlerin, karşısına para olarak çıkışı ile yabancılaşma biçimlenir. Yabancılaşma deyince ilk aklımıza gelen filozof elbette Marks olur. Bütün ömrü boyunca ilmik ilmik ördüğü bu teoriyi dört düzeyde ele alır.
1. İnsanın kendi emek ürünlerine yabancılaşması; İşgücü, insanın emek harcama, iş yapma kapasitesidir. Kapitalist toplumda işçinin işgücü meta muamelesi görür. İşçi işgücünü meta olarak kapitaliste sattığı için, işçinin emek ürünleri kapitaliste ait olur. İşçi, kendi emeğiyle üretmiş olmasından hareketle, kendi emek ürünleri üstünde hak iddia edemez. Onlar kendi fikir ve gereksinimlerine göre üretmezler. Bir ücret karşılığı hayatta kalabilmek için kapitalistin isteğine göre üretirler. “İşçinin kendi ürününde dışsallaşması, yalnızca, kendi emeğinin bir nesne, dışsal bir varlık halini alması anlamına gelmez. Aynı zamanda, işçinin kendi emeğinin işçinin dışında, işçiden bağımsız olarak, işçiye yabancı bir şey olarak var olması ve işçinin kendi emeğinin kendi başına bir güç olarak işçinin karşısına çıkması anlamına da gelir. Bu, işçinin nesnelere verdiği yaşam nefesinin dönüp hasım ve yabancı bir şey olarak işçinin karşısına çıkması demektir.” (Marks, Ekonomi ve Felsefe Elyazmaları, İng., s. 69.)
2. İnsanın kendi emeğine yabancılaşması: İşçi işgücünü kapitaliste satınca hem emeği üstündeki kontrolünden hem de üründen vazgeçmiş olur. Kapitalist üretimin maddi koşullarına zaten sahiptir. Bunun üstüne kapitalist, bir de işgücü metaını satın alınca üretim sürecinin tamamına hâkim olur. İşçi iş süresi boyunca artık kendi dışındaki bir yabancı güç için çalışmak zorundadır. Bu yüzden işçinin emeği, kendi insani yaşamının artık bir parçası değildir. İşçinin ne üretildiği, ne için üretildiği ile artık hiçbir ilişkisi kalmamıştır. Eğer işçiler kendi emeklerinin ürününe sahip olmak isterlerse onu herhangi bir başkası gibi satın almaları gerekir. Hatta bir fırındaki işçi kendi yaptığı ekmeği satın almak için yeterince parası yoksa aç bile kalabilir. İşçi işgücünü satarak kendi emeği üstündeki kontrolünü kapitaliste teslim etmesi, emek sürecini insanı köleleştirme süreci haline getirir. Emek süreci, insana yabancılaşınca, insanın insanlığını teyit etme süreci olmaktan çıkıp insanın insanlığını kaybetme süreci haline gelir.
3. İnsanın öteki insanlara yabancılaşması: Marx’ın varsayımı şuydu; insanlar ihtiyaç duydukları şeyleri doğadan elde etmek için işbirliği içinde çalışma gereksinimi duyarlar. Ancak kapitalizmde bu işbirliği bozulur çoğu zaman birbirine yabancı ve karşıt olurlar. Kapitalizmde insanlar birbirleriyle insan olarak değil, fakat çeşitli ekonomik ilişkileri benliklerinde kişileştirmiş aktörler olarak, yani işçi – kapitalist, meta alıcısı – meta satıcısı, kiracı – mülk sahibi, borçlu – alacaklı olarak ilişki kurarlar. Bu nedenle insanlar birbirlerini insan olarak değil, fakat kendi çıkarlarını tehdit eden yabancı bir güç olarak algılarlar. İşçiler çoğu kez birbirleriyle yarışa zorlanırlar. Kapitalist en yüksek üretkenliği elde etmek için işbirliğine dayalı ilişkiler yerine yarışa dayalı, kim daha fazla üretecek, kim daha hızlı çalışıyor kim daha fazla patronu memnun ediyor ona bakar. Yaşamın giderek en ince ayrıntısına kadar metalaşmasıyla, insanı insana yem eden kurtlar sofrasının her yanı kaplamasıyla, insani ilişkilerin alanı, sıklığı, derinliği azalmaktadır. İnsan, çekirdek aileye ve dar bir arkadaş çevresine hapsolmaktadır. İnsan öteki insanlardan uzaklaşmakta, giderek kendi daracık dünyasında yalnızlaşmaktadır.
4. İnsanın kendi insan doğasına yabancılaşması: Bireyler çalışmaları içinde makinelere indirgendikçe daha az insanlar gibi performans sergiler. İş yerlerinde insanlar yalnızlık hisseder kendi olamaz. Bilinç uyuşturulur, insanın doğayla olan ilişkisi denetlenir. Yabancılaşmış emek insanın bilinçli yaşam faaliyetini, insanın yalnızca geçim faaliyetine esir ederek sapkınlaştırır. İnsan, yaratıcı faaliyetini insana özgü amaçlar doğrultusunda kullanamadığı için, kendi insan doğasına yabancılaşır. İnsanın bilinçli yaşam faaliyeti vardır. Bu belirleme, insanın doğrudan doğruya bütünleştiği bir belirleme değildir. Bilinçli yaşam faaliyeti, insanı hayvansal yaşam faaliyetinden derhal ayırır. İşte tam da bundan ötürü insanın faaliyeti özgür faaliyettir. Yabancılaşmış emek bu ilişkiyi tersine çevirir. Öyle ki insan, bilinçli bir varlık olduğu için, kendi yaşam faaliyetini, kendi esas varlığını varoluşunun sadece bir aracı haline getirir. Çünkü insan, kendisini sadece entelektüel olarak bilinçte değil, fakat aynı zamanda, aktif olarak fiilen de üretir. Böylece kendi yaratmış olduğu dünyada kendini görür. Demek ki, yabancılaşmış emek insandan üretimin amacını çekip alırken, ondan türsel yaşamını, insan türünün bir üyesi olarak onun gerçek nesnelliğini de koparıp alır.” (K. Marks, Ekonomi ve Felsefe Elyazmaları, İng. s. 73-74.)
Yabancılaşma, bir yerde insanların kendi yarattıkları güçlerin kendi karşılarına yabancı güçler olarak çıktığı, onların egemenliğin altına girdikleri bir durumdur.
İnsanın kendine, türsel varlığına ve başkalarına yabancılaşması, kapitalist Pazar ve kapitalist Toplumsal sistem tarafından yaratılan bir yabancılaşmadır.
Kapitalist üretim süreci, insana özgü olan çalışma veya insanın özünü oluşturan emeğin kendi yeteneklerini ortaya çıkarmasını engelleyen baskıcı ve zorlayıcı bir içeriğe sahiptir.
anlamak.org