Anlamak Aşmaktır

Bilim İtaatsiz Olana İhtiyaç Duyar

Home » Avrupa Şampiyonası ve tavan yapan gerici Dil

Avrupa Şampiyonası ve tavan yapan gerici Dil

Haziran ayında tatile gidince bol bol Türkçe konuşma, Türkçe işitme ve Türk televizyonlarında maç izleme, yorum dinleme şansım oldu. Sporcu bir geçmişe sahip olmama rağmen bu yazı bir spor yorum yazısı olmayacak. Saatlerce televizyon kanallarını işgal eden, hayatlarında bir kitap bile okumayan, bütün konuşmaları bir cümleyle anlatılan boşboğazlardan oldum olası haz almadım. Herkesin canlı yayında gördüğünü ‘’vursaydı gol olacaktı vuramadı’’ onu bizde görüyoruz görünen köy kılavuz istemez ama içinde bulunduğunuz düzen her zaman gevşek ağızlara ihtiyaç duymuştur.

Burada maçlar vesilesiyle değinmek istediğim, kaybolan bir dil, teolojik düşünce, çürüyen çürütülen bir halk, kapalı alanda her şey mubah, dışarda muhafazakâr görünüm ikiyüzlü Araplaşan bir yaşam şekli.

Yurtdışından Türkiye’ye tatil amaçlı gelen gurbetçiler ülkede olan gerici değişimi belki de en iyi gözlemleyenlerdir. Genelinde orada yaşayanlar sistemin dişlilerine takılarak değişimin farkında olmuyorlar tıpkı anne babaların çocuklarının büyüdüğünün farkında olmamaları gibi.

Sağcısı, solcusu, topçusu, yorumcusu, spikeri, politikacısı kiminle konuşsam varsa yoksa her şeye hayırlısı kelimesini duydum. Sanki TV spikerleri dini kelimeleri kullanabilmek için takla atıyorlar. Nereye gitsem, kiminle konuşsam hangi kanalı izlesem kendimi bir ibadethanede zannediyorum. Lütfen bir daha izleyin Türkiye-Çek Cumhuriyeti maçı birinci golü atıyoruz, TRT spikeri gol yerine avazı çıktığınca Allahhhhh diye bağırdı, ne ilgisi var sadece gol atıldı.

Sporcularla röportaj yapılıyor hiçbirinin ağzından farklı bir kelime çıkmıyor, hayırlısı, kısmetse, Allah izin verirse vs. Yani şahıslarda bir özgüven, özgür irade, bilimsel düşünce yok. Çünkü iyi çalıştık, yapacağız yeneceğiz kelimeleri emek ve düşünce gerektiriyor. Böylece yenilginin yanıtı da kolaylaşıyor kısmet değilmiş, Allah izin vermedi. Tesadüf izlediğim Acun-Survivor ön finalinde Atakan denen yarışmacı Serkay’a yenilip ilk finalist olamayınca üzülmüyorum, kısmet değilmiş, Allah böyle uygun gördü gibi laflar etti. Sanki Bertrand Russell şu sözlerini AKP hükümeti için sarf etti. ‘’İnsanlar bilgisiz doğar ama eğitilerek aptallaştırılır’’

Hiç kimsenin inancına, diline karşıtlığım yok ama hayatın yadsıyamadığımız gerçekleri var. ‘’Hiç bir deha yeryüzüne gökten zembille inmez. İyi bir müzisyen, iyi bir ressam, iyi bir heykeltraşçı olabilmek için bir yükseköğrenimden geçmek gerek.’’ İyi bir sporcu olmanın kazanmanın da gerçeği dua etmek, tanrıya yalvarmak değil, sporculuğun gereklerini yerine getirmek fiziksel ve zihinsel çok çalışmaktır.

 

Molla dilinin, normal dil yerine geçmesi

İlmin zorunlu şartı olan iletişim dil sayesinde gerçekleşir, bu bağlamda akıl, önce dili daha sonra ise, ilmi keşfetmiştir. Birey dil sayesinde kendisini çevreleyen evrenle iletişimi sağlar. Aklın varlığı, içsel olarak düşünce, dışsal olarak da dil sayesinde kendisini gösterir. Dil kullanımında mesajı ileten ile mesajı alan arasında bir uyum, anlam ve anlaşılırlık olması gerekir. Siz golü Allah diyerek anlatırsanız, galibiyeti Allah’ın iznine bağlarsanız televizyonu veya radyoyu dinleyene mesaj yanlış geçer.

Aklın sağlıklı işleyişi için öncelikle kesin ve doğru bilgilere ihtiyaç vardır. Kesin ve doğru bilgi ancak bilimsel yöntemle elde edilir. Akıl, duyu organlarının sağladığı materyali algılayan, teşhis eden, zihne bütünleştiren veya böyle bir süreçle zihinde üretilmiş kavramları bilincin kullanımına getiren yetenektir. Bu yetenek, otomatik olarak işlemez; akıl kullanmak için, herhangi bir insanın akıl kullanma eylemini seçmesi gerekir; insan, gayret göstererek düşünür. İnsan, hayatının her anında ve her konu üzerinde, düşünmekte veya düşünmekten kaçınmakta serbesttir.

Düşünmekten kaçmak topu bilinmeyene atmakla olur. Ben size gelir derdimi anlatır ve bir çözüm üretmenizi istersem, siz de bana hayırlısı olsun derseniz bu sorunu bilinmeyen bir yere havale etmek ve düşünmekten kaçmakla olur.

Dil toplumsal yaşam ve kültürün temel öğesidir. Toplumlar dil sayesinde kendi varoluşlarını gerçekleştirir. Dilin yapısı, dış dünyadaki gerçekliklere sıkı sıkıya bağlıdır. Dini dil yapısı gereği metafizik unsurlar barındırırken Teoloji, Tanrı’yı ilk hakikat olarak görür ve Tanrı’yı araştırmak için yola koyulur Tanrı her şeyi, kendiliğinden ve kendi bilgisiyle görmektedir. Durum böyle olunca buradaki bilgi, akılla, bilimle veya tabiî yollarla ulaşılan bir bilgi değil, vahiy aracılığı ile elde edilen bir bilgidir. Bu bilgilerde bilimsellik ve mantık kuralları aranmaz.

Bilim, bilinmek istenilen konunun veya nesnenin belirli ilkeler ışığında metodik olarak araştırılması sonucu elde edilen dizgesel bir bilgidir. Bilimsel bilginin tespiti fen bilimlerinde bilginin doğruluğunun sağlaması matematiksel formüller ile yapılıyorken, sosyal bilimlerde mantıksal önermelerle yapılır.

Bu durumda siz insanları dini bir dile zorlarsanız (ki AKP hükümetinin yaptığı bu) aynı insan içinde bulunduğu âleme düşünme biçimiyle de uyar. Her sorunun, her bilinmeyenin yanıtını bilinmeyen bir güce havale ederek araştırmadan vazgeçer. Bu yüzdendir ki, dünyada en önemli referans kabul edilen bütün ülkelerce kabul gören sınav sistemi Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı PISA(Programme for International Student Assessment) sınavlarında hiçbir Arap ülkesi ve Türkiye ilk 40 sırada yer almamıştır. PISA değerlendirmelerine göre bu netice okuduğunu anlamayanlar grubuna isabet ederken ilk 7 sırayı dinsiz ülkeler almıştır.

Pozitivist görüşün öncülerinden sayılan David Hume bile Tanrı hakkında konuşurken aşırı teşbihi/antropomorfizm dile müracaat edilmesi sorunlara davetiye çıkaracağını savunmuştur.

 

Çağdaşlaşmaya karşı Dinselleşme

Berkes’in Türkiye’de Çağdaşlaşma kitabını okuyalı yıllar olmuştu ama bir daha göz atmak durumunda kaldım. Berkes tüm yaklaşımını ‘’secularism’’ teriminin tam Türkçe karşılığının ‘’çağdaşlaşma’’ olduğunu belirtiyor. Laiklik teriminin Batı Avrupa’da din-devlet işlerinden ayrıştırılması olarak tanımlanır diyor ve ekliyor. ‘’Bu anlamda sorun din-devlet ya da devlet-kilise ayrımı değil, çok daha geniş anlamda kutsallaştırılmış gelenek boyunduruğundan kurtulma sorunudur’’

“Dinselleşme, çağdaşlaşmaya karşı kaplumbağanın kabuğuna çekilmesi gibi bir korunma çabasıdır. Bu yapıtta göreceğimiz gibi her çağdaşlaşma döneminin arkasından bir dinselleşme humması başlar. Bir toplumda en yüksek sayılan değerler, özellikle böyle zamanlarda, dinsel değerler kılığına girmeye de eğilimlidirler. Din, geleneğin en son sığınağı, en son savunma kalesidir. Aslında toplumun eski yaşayışının kökeninden gelen birçok alışkanlıklar, kolaylıkla din gereği imiş gibi bir nitelik kazanırlar. İşte bunun içindir ki, çağdaşlaşma Devletle toplum, din ile dünya, okumuş ile cahil, Doğu geleneğiyle Batı ilerlemeciliği arasında geçiş yollarının açılmasının en önemli aracıdır. Böyle koşullar karşısında kalan toplumlar dilsizleşme, kekemeleşme ya da tümden anlaşamama karmaşası içine düşerler.”

Şu anda AKP hükümeti, bütün olanaklarını kullanarak devlet dilini dinselleştirerek halkı kekeme yapmaya çalışıyor. Devlet adına konuşmaya çıkan devlet görevlileri konuşmalarına dualarla başlıyor, açılışları kapanışları dualarla bitiriyor ve TV kanallarında görünen her şahıs ya böyle bir dil kullanmaya zorlanıyor ya da mevcut iktidara bağımlılık mesajı gönderiyor.

Dil, karşılıklı anlam taşıma niteliğini kaybettiği için ülkede bir kültür curcunası yaşanıyor. Devlet dili, din dili, edebiyat dili, bilim dili ve halk dili birbirine karışmış durumda. Dil çağdaşlaşması sorununun belki en önemli yanı düşüncenin çağdaşlaşması sorunu olmuştur. Buna en güzel örnek İzmir’de bulunduğum sürede telefonum çalınca arayan ile aramda şöyle bir diyalog geçti. Arayan selamün aleyküm dedi ben iyi günler buyurun, karşı taraf daha bir yüksek sesle tekrar selamün aleyküm dedi ben de nazikçe bir kere da iyi günler diledim. Adam avazının çıktığınca ve oldukça sert bir tonla selamün aleykümmmmm İsmail diyerek haykırdı ben tekrar nazikçe yanlış bağlandınız ben İsmail değilim. Sinirli adam, ama beyefendi selamımı bile almadınız, ben de iyi günler diledim ‘’selamün aleyküm’’ telefon dili değil sanırım mahalle baskısının telefonlu şekli dedim ve telefon kapandı.

Dünya yaklaşık 400 yıldır matematik ve fen bilimler ile elde edilen “güç”le yönetiliyor. 1923 Türkiye’sinde 222 imam-hatip öğrencisi varken, günümüzde imam hatip ortaokulu sayısı 1597, imam hatip lisesi sayısı 1100, toplam öğrenci sayısı 932 bin, 11.000 Kur’an Kursu, 100’den fazla İlahiyat Fakültesi ve 100.000’i aşkın personeliyle Diyanet kurumu ve sayısız din eğitim merkezleri var. Ülkenin geri kalmasında, sömürülmesinde eğitimde okuduğunu anlamayanlar listesine girmesinde hiçbir sorumluluk ve eksiklik hissetmeyen bu kurumlar bir kilo domates dahi yetiştirmezler. Başkasının diliyle konuşmak, başkasının düşünce çerçevesini ve altyapısını benimsemek anlamına gelir. Ormanları talan edip yağmur duasına çıkan kafa, yağmurun oluşum nedenlerini araştırmaz. Bağımsız düşünce, bağımsız dil olmadan olmaz.

 

Biz Bitti Demeden de Bitermiş

Fatih Terim muhafazakârlık ve ırkçılıktan iyi bir kokteyl yaparak her dönemin adamı olmuştur. Bir taraftan Ağar’ın dostu diğer taraftan RTE’nin gözdesi. Bu derece şımartılan bu zat dünyayı ben yarattım edasıyla basına, eleştiriye hiç tahammülü yok. Hoşuna gitmeyen sorulara oldukça ukala yanıtlar verirken canlı yayında ben (TRT’ye) devlet televizyonuna konuşmuyorum diyebiliyor. Böyle bir söylemi 24 takım antrenöründen biri söylese anında yerinden olur.

Hocalık ilişkilerini dost ahbap, çavuş yeri gelince dikta usullerle yapılandıran Fatih Terim bir Antrenörden ziyade ortaçağ şövalyesi görünümünü veriyor. Milli takımın turnuva öncesi belirlenen sloganı “Biz Bitti Demeden Bitmez” imiş. Faşizm her dönem kulağa hoş gelecek süslü sloganlar üretir. Ya sev ya terk et, Tek dil, tek millet, Yabancılar defolun, Sen yeter ki öl de biz ölelim vs. Geçenlerde ayrılmak isteyen eşine kurşun yağdıran koca da milli takım sloganını kullandı “Ben Bitti Demeden Bitmez” Bu slogan zaten içeriğinde bir ırkçılık barındırıyor, karşı tarafın görüş ve düşüncelerine değer vermiyor her şey ‘’ben’’ de bitiyor

İşin en ilginç yönü de gruptan çıkmamız İtalya maçına kalınca, son dakika golü İtalya mağlup ve biz gruptan çıkamadık. Yani ‘’biz bitti demedik ama onlar bizi bitirdiler.’’ Antrenörü, yöneticisi, idarecisi ve zihinsel özürlü TRT yorumcuları ile hep birlikte İtalya’ya yüklendik. Nasıl yedeklerle çıkarmış, ne hakaretler ve yalaka TRT yorumcusu ‘’inşallah İspanya size beş çeker de yedeklerle çıkmayı görürsünüz.’’ Utanmasa gidip İtalya kadrosunu yapacak.

İnsanların kafasında sadece inşallah, maşallah olunca kafada düşünce olmuyor. Hiçbir yorumcu Terim’i eleştirmiyor, İspanya-İtalya maçı sonrası biz bu İspanya’dan nasıl üç yedik diye düşünmüyor.

Hiçbir yorumcu, yönetici 320.000 nüfuslu, sadece 75 tane profesyonel sporcusu olan İzlanda’nın Terim’in onda biri maaş alan antrenörü ile çeyrek finale çıkmasını sorgulamıyor.

Bu beyinsizler takımı varsa yoksa Terim’e övgüler yağdırıyor ama biz nerede hata yaptık sorusunu kendine sormuyor.

Turnuvanın en kötü takımı, en kötü hocası ama 24 takım içerisinde üçüncü olarak en fazla kazanan hocası Fatih Terim 3,83 Milyon Frank kazanıyor.

Sigmund Freud: “Düşünebilen herkesin insan olması, insan olan herkesin düşünebildiği manasına gelmiyor’’ derken insanları düşünmeye davet ediyor çünkü akıl dışı, ideolojik bir ortamda yetişen insanlar, akıldışı «kişilik yapıları» kazanabiliyor.

Milli Takım için en tehlikeli ve kötü olanı; hocası sporcusu, yöneticisi, yorumcusu, TV-spikerleri ile birlikte girmiş oldukları ‘’zihinsel hapishane’’. Bu inşallah, maşallah, kısmet hapishanesinden en kısa zamanda çıkıp bilime, bilimsel metotlara yönelmektir. Yenilginin yanıtı bu cümlede, 320 bin insanla 78 milyon insan arasından sporcu seçme avantajının matematiksel yanıtı bu cümlede.

Yoksa çok geç olabilir unutmayalım, Hegel misali “hakikat her zaman somuttur.” ve “hem pasta yiyelim hem de bitmesin diyemezsiniz”.

 

anlamak.org

 

Name of author

Name: webmaster

%d blogcu bunu beğendi: