Ölüm ilanını kendi elleri ile yazmak
İlk defa İsviçreli dostum anlattığında şaşkınlığımı gizleyemedim. Hüzünlü bir ifadeyle, yakın bir arkadaşının veda yemeği için davetiye aldığını söyledi. Ben de bunda üzülecek ne var gibi bir şeyler deyince, bu vedanın öyle sanılan gibi bir şey değil, yaşamdan ayrılış olduğunu izah etti. Amansız bir hastalıkla yıllarca pençeleşen kadıncağız ölmeye karar verir ve sevdiği dostlarını veda yemeğine çağırır. Cenaze ile ilgili bütün detayları en ince noktasına kadar kendi elleri ile yazıp hazırlar.
Adına ölüme yardım (tıp dilinde ötenazi), Yunanca ’da kolay ölüm denilen ölme şeklinin İsviçre’de 1918 yılından beri serbest olduğunu bir yerde okumuştum. Avrupa ve dünyanın değişik ülkelerinden gelen insanların İsviçre’de bu ölüm yardımını aldıklarını da biliyordum. Ama bu sayının 1998 yılında senede 50 civarında olurken, 2009 yılında 300 civarına yükselmesini kaygıyla öğrenmiştim. Hele hele o meşhur Alman Milli liginde 1963 yılında ilk golü atan, aynı zamanda İsviçre vatandaşı olup yıllarca İsviçre’de antrenörlük yapan Timo Konietzka’nın 12 Mart 2012 tarihinde ölüm yardımı alarak (bir zehir kokteyli içerek) öldüğünü üzüntüyle okumuştum. O zehir kokteylini içmeden önce bir bira içerek torununu sevmesi ölüm ilanını kendi elleri ile yazarak hayata vedası beni çok etkilemişti.
Bu vesile ile ötenazi yoluyla babasını kaybeden başka bir İsviçreli kadının anısını okurken, içim burkulmuş kendi kendime “ölüm bu kadar kolay mı?” demiştim. ‘’Babamın ölüm günü ve saati belli olunca anneme ısrarla hastaneye gelip son bir kere babamı görmek istediğimi söyledim. Yaman bir kış günü 2 saatlik yolculuktan sonra soluk soluğa Bern’de hastaneye geldim. Babamın tam yarım saati vardı, odada sessiz birbirimize bakışıyorduk, annem şaşkınlıktan babama tuvalete gitmek ister misin diye sordu? Babam kahkahalara boğuldu, ben ise kendi kendime yarım saat sonra ölecek insana tuvalet teklif edilir mi derken, babam o zehir kokteylini içti ve iki dakika sonra da derin bir uykuya daldı. O çekilmeyen ağrılar arasında babamın gülerek ölüme gitmesi halen gözlerimin önünde bir film şeridi gibi geçer.’’
Tabii bu yazı ile ne ölümü kutsamak ne de yaşarken ölümü düşünmek istiyorum. Sonuçta bir başlangıç ve son arasında geçen zaman değil midir ölüm? Eğer yaşıyorsak bunun nedenini kavrayabilmek için ölümün de hayatın bir parçası olduğunu düşünmemiz gerekir. Zaten İsviçre’de ölüme yardım şartları öyle kolaylıkla yerine getirilen şartlar değildir. Yani ötenazi, ölümün kaçınılmaz olduğu, tıbbi tedavi ile iyileşme umudu bulunmayan ve dayanılmaz acılar içinde olan kişilerin gerekli tıbbi kontrollerden geçirilerek alınan kararlardır.
Buraya kadar olan İsviçre’de ölüme gönüllü gidenlerdi, peki ya Türkiye’de hasta olmadan, sağlıklı ve genç insanların ölüme doğru gönüllü gitmesini nasıl algılamalıyız? Hatta kararlı bir direnişte 60 gün açlık grevi yapıp, ölümün kıyısına gelmiş direnişçilere “Show yapıyorlar” diyebilen bir hükümet anlayışını nasıl algılamalıyız?
En zor durumda bile mutlaka insanları yaşama bağlayan bir çok faktör vardır. Ölüm ise düşünülmesi bile çok soğuk bir durum, gözyaşı, ayrılık, acı ve yok oluştur. Nasıl oluyor da bir ülkenin genç insanları, yaşam varken ölüme gitmeye gönüllü oluyor? İşte ölüm oruçlarına show diyecek kadar psikolojisi bozulan insanların kendilerine öncelikle bunu sorması gerekiyor.
İsviçre’de insanlar tedavisi mümkün olmayan ve dayanılmayan acılar karşısında ölüme rağbet ediyor. Eğer bir ülkede siz kendi halkınıza ölüm dışında başka seçenek bırakmazsanız, orada ölüm kutsanır. Yaşarken her gün ölenler, fiziki olarak bir kere ölüp kurtulmayı yeğlerler. Bu hale gelmiş bir halkı idamlarla korkutmak olsa olsa aymazlığın göstergesidir.
Devlet, açlık grevlerinde insanlarını öldürme konusunda defalarca rüştünü ispat etti. Burası daha gözünü açamadan yaşama hakkı elinden alınmış çocukların, düzmece ifadelerle fikirlerinden dolayı zindanlara doldurulan insanların yaşadığı bir ülke. Burası baskı, zulüm, işkence ve sefaletin kol gezdiği, binlerce faili meçhul cinayetin üstünün örtüldüğü, her gün yaşam hakkı, eğitim hakkı, iş ve aş hakkı gibi en basit demokratik hak taleplerine copla – biber gazıyla müdahale edilen bir halkın yaşadığı ülke.
Bu ülkede insanlar da devletin onlara sunduğu tercihlerini ortaya koyuyorlar. Ya bu dayatmacı, baskıcı, faşist düşünce zemininde hayatlarını devam ettirecekler, ya da insan oluş kadar insan kalabilmenin ağır bedellerini ödeyerek ölecekler. Açlık grevlerinde tek bir insan kaybı, o kayba seyirci olan devletin hiçbir zaman silemeyeceği kara bir leke olacaktır.
anlamak.org