Tanı Bunları Tanı da Büyü
“Hayvanlar âleminde hiç bir yaratık dünyaya güvercin olarak gelip, sonradan bir leş yiyiciye dönüşmez. Bu yalnızca insanlar âleminde olur ” Victor Hugo
Her yıl olduğu gibi bu yıl da Zürih caddelerinde, copsuz, biber gazına, darbeye şiddete maruz kalmadan eski dostlarla güle oynaya, eğlenerek, konuşarak emeğin bayramı 1 Mayıs’ı kutladık. Huzur içinde eve döndüm ama bu huzur sadece Türk Televizyonlarından akşam haberlerini izleyene kadar sürdü. Sonrası malumunuz. 1 Mayıs alanında yürüdüğüm bir dostumun sözleri aklıma geldi. Her gün TV’de polis, Jandarma, silah, mayın tarayan asker, bomba atan uçaklar, ölümler izleyen gören bir insanda nasıl bir ruh hali olur demişti. Ben de bu yazıma başladığımda kendi kendime ah dostum diyordum, ah bir bilebilsen biz o ruh halinden dışarı çıktığımızda halimiz ne olur. Biz düşmansız yaşayamayız. Biri bitmeden diğerlerini buluruz, bulamazsak halkımıza düşman oluruz, hainler yaratırız. Tarihimiz, ekonomimiz, birliğimiz, beraberliğimiz, milliyetçiliğimiz her şeyimiz düşmana endeksli.
Yanılmıyorsam Ahmet Arif Adi loş bebe şiirinden bu yana 40 yıl geçti. Bu 40 yıl da boşa geçti. Ne engerek yılanları ne çayanlar, ne de aşımıza ekmeğimize göz koyanlarda bir değişim olmadı. Ama biz bunları bir türlü tanıyamadık. Onlarsa kendilerini tanıtmak için ellerinden geleni artlarına koymadılar bize bir fırsat daha verdiler. Panzerleriyle, coplarıyla, zehirli gazlarıyla, polisiyle, jandarmasıyla, düşen bir kadına sırtında polis yazılı elbisesi ile tekme atarak, çiğneyerek, hastanede hiçbir şeyden habersiz çocuğa hava yerine zehir teneffüs ettirerek, sokakta ben sıradan bir vatandaşım diye bağıran kadından tutun da, ülkeyi ziyarete gelen turiste kadar, herkesi suçlu sayan herkesi evine kapatan, İstanbul’u bir F tipi hapishaneye çeviren bir zihniyet, emeğe saygı günü 1 Mayıs’ı da bütün Türkiye’ye zehir etti.
Peki, neydi bu 1 Mayıs? Avustralyalı işçilerin, 1856’da, sekiz saatlik işgünü için iş bırakma kararları ve 1886 yılında Amerika’da günde on ile on dört saat arasında çalışmaya zorlanan işçiler, sekiz saat çalışma isteği ile greve başlamaları. Amerikalı işçilerin bu mücadelesi, günümüze 1 Mayıs’ın uluslararası işçi günü olarak geçmiş ve her yıl bütün dünyada kutlanmaya başlanmış. Yani 1 Mayıs’ın anlamı insanca yaşamak, 10-14 saat yerine 8 saat çalışmak. Bu isteğin içinde sende varsın eli coplu, sırtı tüfekli kardeşim. O copla yere yıktığın bayan bu hakkı kendi için değil, senin için de istiyor, bu bayramı seninle birlikte kutlamak istiyor.
Peki, neden Devlet Taksim alanından bu kadar korkuyordu, Taksim’i duymak istemiyordu? Çünkü Taksim’de kanlı bir tarih yatıyordu. Yıl 1977, 1’nci Milliyetçi Cephe Hükümeti ve Başbakan Demirel, 37 kişinin yaşamını yitirdiği kanlı 1 Mayıs Intercontinental (şimdiki Marmara) Otelinden kalabalık üzerine ateş açılarak panik yaratılmış, delme çatma örgüt işi olmayan bu mükemmel organizeyi zamanın Başbakanı da açıklayamamış. Taksim adı, suçluları kırmızı görmüş boğaya döndürüyor, Taksim’le yüzleşmekten korkuyorlar. Taksim’i unutturmak istiyorlar. Sorarım size, birazcık Tarih bilginiz varsa dönüp de şöyle bir geriye bakın. Hangi zalimin, hangi zulmü unutulmuş.
Neticede bütün Dünya bu bayramı şenliklerle kutladı. Hiçbir ülkede özgürlük, emek mücadelesi veren insanların dostane barışçıl ve çiçeklerle geldiği meydanda, zorbaca, barbarca insan kıymeti ve onuru bu kadar ayaklar altına alınarak bastırılmadı. Siz eli çiçekli insanları sokağa bile çıkarmıyorsunuz ama Batman Belediye Başkanı Zürih 1 Mayıs alanında halka hitaben konuşmasını yapıyor. Sizin özgürlük alanınıza emek, insanlık, adalet, hukuk girmiyor. Bilim ve teknolojinin doruk notasına geldiği çağımızda neden hala bir devlet halkını bütün dünyanın gözleri önünde dövüyor? Bir şehir düşünün, iki yaka arasındaki vapur seferleri kesiliyor, Taksim’e çıkan tramvay ve yeraltı treni bütün yollar trafiğe kapanıyor. Dışardan 15 uçak polis, 5 bin gaz bombası, insanları ezmek için panzerler getiriliyor. Adaletin temelinde KİM VE NE OLURSA OLSUN “İNSAN-OLANI” sevmek varken, ülkenin adaletinden sorumlu Bakan emek ve özgürlük yürüyüşünü Taksim’e çıkmayı Anayasal suç olarak görebiliyor. Bütün bu önlemler İstanbul işgal altında diye değil, kendi halkına karşı alınıyor. O şehrin Emniyet Müdürü ”İstanbul’da olağanüstü bir durum yok “ diyebiliyor. O şehrin valisi orantılı güçten bahsediyor. O ülkenin Başbakanı 70 milyonun çıplak gözle gördüğü Mecliste ’ki zorbalığı göremezken ”Ayakların başları yönettiği bir yerde kıyameti koparıyor“. Çok haklısınız Başbakan’ım siz ayaklıktan kurtuldunuz. Elbette saray odasında, ayakların kulübesinden daha farklı düşünülüyor.
Son söz değerli okurlar, 1 Mayıs 2008 bir kere daha TC devletinin, statükonun, egemen devlet ideolojisinin insana ve halkına verdiği değeri gözler önüne serdi. Devlet Taksim’de halkına, yüz yıl da geçse benim, ne şiddet anlayışımdan ne de sana olan kul, köle, bakışımdan bir nebze değişiklik olmadı dedi. AKP hükümeti halkına zehir sıkarken suçüstü yakalandı. Vahşet ve dehşet görüntülerini bütün Dünya izledi. Türkiye adına düşen takke ’den görünenler şiddet ve barbarlıktı.
anlamak.org