ÜÇ ÇOCUK
Kuş bakışı bakmak güzeldir ama kuş gibi bakmamak şartıyla Şeyh Sadi
Üç beş çocuk sahibi olmak mutlaka güzeldir. Eğer babanız başbakan ise ya da Başbakan asgari ücreti 3 bin YTL’ye çıkarıyorsa. Başbakan’ın bu sözleri üzerine bir yazı yazmıştım ama tamamını değiştirmek zorunda kaldım. Önceki yazımda yüzde doksanı yoksulluk, yüzde otuzu açlık sınırında yaşayan bir ülkenin Başbakan’ı nasıl olurda böyle bir tavsiyede bulunur diyerek uzun uzun bu işin ekonomik ve sosyal yönlerini anlatmıştım. Ama Başbakan’ın bu sözlerinin hemen ertesi günü TV’de çocuğunu cami avlusuna bırakan çiftler kameralara yakalandı. İşte bu görüntüler benim yazımı çöpe attırdı. Çünkü her şeyi anlatıyordu. Başbakan’a bundan daha güzel bir yanıt olamazdı. İdare ettiği ülkenin hali buydu.
Ben bu yazımda bilinenleri tekrarlamadan konuyu daha değişik bir perspektifte değerlendireceğim. İsviçre dünyada refah seviyesi en üst düzey ülkelerden biri olurken, nüfus artışında dünyada hemen hemen hiç artmayan ülkelerden biri. Ben altmışı yetmişe bağlayan yıllarda ortaokul coğrafyasında okumuştum. 6 milyon nüfusu var, bizim Konya ilinin yüzölçümünden küçük Van gölümüz Bodensee gölünden yedi kat daha büyük. Dağları, gölleri, peyniri, inekleri, saati, çikolataları ve sonradan öğrendiğim temiz para yıkayan bankaları ile meşhur. Bugün İsviçre’nin nüfusu halen 6 milyon (1,5 milyon yabancı ile 7,5 milyon) Yani bu zengin ülke 35-40 yıldır bir gram artmamış. Burada doğuma teşvik primleri var. Bazı kantonlar yeni doğan çocuğun şahsına bankalara dünyaya hoş geldin hesabı açıyorlar. Politikacılar kadınlara bas bas bağırıyor egoist olmayın çocuk doğurun diye. Ama nafile nüfus artmıyor.
Çok kısa bir alıntı ve anımsama. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sağlık Daire Başkanlığı istatistiği. Sadece İstanbul’da tahmini olarak 26.000 çocuğun sokakta çalıştığı 2000 den fazlasının sokakta yattığı bildiriliyor. Büyük şehri örnek verirken küçük şehirler bundan farksız değil. Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’nün 1999 yılındaki rakamı bu şehirde sokak çocuğu sayısı 2,540’tır. 17 milyon işsizimiz var. Hala bağda tarlalarda doğum yapıp da göbek bağını kendisi kesip işine devam eden anneler var. Dünya’ya gelince UNICEF verilerine göre, sadece 1,5 milyon kişinin yaşadığı Gambiya’da, bir ya da her iki ebeveynini kaybetmiş olan 55 bin çocuk var Etiyopya da, yarım milyon çocuk yiyecek sıkıntısı çekiyor. Oysa dünya üzerindeki her altı insandan biri, yani 1 milyardan fazlamız, her gün yatağa aç giriyor. 3 milyar insan şiddet ve yoksullukla boğuşuyor. Her gün 24 bin insan açlıktan ölüyor. Ama aynı dünyada 10 milyar insana yetecek yiyecek var deniliyor.
Peki, çelişki nerede? Türkçe ’de o kadar çok atasözü var ki, bir cümleyi sarf etmeden önce iki, üç kere düşünüp, beş kere yutkunmanızı önerir. Ben bu yazıyı yazarken her cümleyi her kelimeyi, virgüllerin nerelere gelmesine kadar defalarca düşünüyorum. Kadınlara en az üç çocuk doğurun diyen Başbakan, neden bakabileceğiniz, doyurup eğitebileceğiniz kadar değil de en az üç çocuk. Türkiye ve Dünya’nın durumlarından habersiz mi? Kesinlikle değil. Başbakan’ın bu sözlerini ben bir skandal olarak değerlendirmiyorum. Başbakan bunları bilinçli olarak söylüyor. Başbakan sanırım ‘Nietzsche’ den okumamıştır ama bana şu sözlerini anımsatıyor. UÇMASINI ÖĞRETEMEDiĞiNiZ KiŞiYE, DAHA TEZ DÜŞMESiNi ÖĞRETiN BARi! Başbakan’ın Türkiye ve halkını uçurmak için bir reçetesi olmadığı için size tez düşmenin, batmanın sürünmenin yollarını gösteriyor. Onun yetişmiş oluğu kültürün bilimle çelişkisi var. O doğurun diyor, doğan çocuk bereketiyle gelir, rızkını verirler diyor. Çok doğurun ki, benimle hükümetimle uğraşacağınıza açlıkla yoksullukla boğuşun. Çünkü o çok iyi biliyor ki, sokakta aç, susuz bir insan dine daha çok bağlanır. Böyle bir insanda şükür edebiyatı daha hızlı gelişir. Çünkü bu dünyada insan gibi yaşayamamıştır ve umudunu ölümden sonrasına bırakmıştır. Böyle insanları yönetmek koyun gibi gütmek daha kolaydır. O çok iyi biliyor ki din en fazla fakir, yoksul ülkelerde gelişmiştir. Eğer ülke fakir kalırsa dine bağlananlar daha çok olur. Çünkü Başbakan din üzerinden politika, din üzerinden oy avcılığı yapıyor. Fakirlik, yoksulluk, sokakta yatmak, eğitimsizliği cahilliği, karanlığı beraberinde getirir. Karanlık ise çürümüşlükleri, kokuşmuşlukları, pislikleri örter, gözlerden uzakta tutar. Karanlık inanç tüccarlarını, kara düzen özlemcilerini cesaretlendirir. Karanlık ne denli büyük olursa, o denli korkutur, o denli sorgulanamaz, o denli bahşedilemez olur.
Türbanın örtemediği Gerçekler başlıklı yazımda Avustralya müftüsünün hutbesinde sarf ettiği sözlerden bir alıntı yapmış ve bunun tek bir şahıs anlayışı olmayıp dini bütün insanların genel anlayışı olduğunu söylemiştim. „Üstü örtülmemiş bir eti sokağa ya da bahçeye koyarsanız, bir süre sonra kediler gelir ve onu yer. Şimdi bu kimin kabahati? Burada üstü örtülmemiş et kadınlarımız oluyor. Demek ki yanılmamışım. Başbakan üç çocuk doğurun derken, kadınları hala mal olarak kul olarak görüyor. Bedenleri, kimlikleri, namusları erkeklere ait. İnsan kul olunca özgür iradesi olmaz, kulluk kuralları dışına çıkıp aklını çalıştıramaz. Başbakan kadınlarımızın da insan olduğunu en az kendisi kadar zeki olduğunu unutuyor. Müsaade ederseniz onlar kaç çocuk yapacaklarına, nasıl giyineceklerine kendileri karar verirler. Yeter ki siz gölge ve karanlık etmeyin.
anlamak.org