Benim Kültürüm Hasta
“Testide ne varsa, dışına o sızar” Mevlana
Internet’ de gazetelere göz atarken, Barış Türkiye’den çıkamadı başlığını okudum. Farkında olmadan kendi kendime mırıldandım. Barış Türkiye’ye hiç girmedi ki çıksın, çıksa da şaşardım. 8 Mart’ta Milano kentinden yola çıkan İtalyan sanatçı “Dünya barışına sanatsal bir etkinlikle katılmak” isterken tecavüz edilerek öldürüldü. Bu tür öldürme, asma, kesme, işkence, boğma, kurşunlama, tecavüz olayları ne ilk ne de son. Her zaman yaşadığımız toplumsal olaylar. Bu olayların istatistiğini vermeyeceğim ama şu bir gerçek ki, bu olaylar her geçen gün ülkemizde artarak devam etmektedir. Bu tür olaylardan sonrada ülkenin sahip ve sorumluları, hep aynı nakaratı tekrar ederler. Lanetlerler, kınarlar, başsağlığı dilerler, timsah gözyaşları dökerler.
Hiç düşünmezler, sorunları öldürmek, yok etme, tecavüzle çözen bu hasta kültür nereden geliyor, nereden besleniyor? Hiç düşünmezler diyorum, Dünya’da politikacılar sorun çözmek için değil, sorun yaratmak için politikacı olurlar. Daha önceki yazılarımda ısrarla değindim. İnsan doğduğunda zaten diğer insanlardan ayırt edici çok önemli bir özelliği yoktur. Değerlerini ve kültürünü diğer insanlardan, çevresinden alır. ve bu aldıklarıyla, çevresiyle şekillenir. Yani iyilik de kötülükde, kültür de bilimsel olarak genlerle geçmez, sonradan kazanılır. Toplum ne yöne ilerlerse insan da oraya ilerler. Kültür insanoğlunun biyolojik olarak değil de sosyal olarak kuşaktan kuşağa aktardığı maddi ve maddi olmayan ürünler bütününü kapsar. Kültür, zaten bireysel değil toplumsal bir anlam ifade eder. Neticede birey kültürünü doğduğu toplumdan alır. Yani cani de, katil de, tecavüzcü de, mafya da bu toplumun bağrından çıkıyor. Şiddet insanın doğasında yoktur, şiddet öğreniliyor, öğretiliyor. O zaman bu kültürü aşılayan egemenlerimizin şırıngasındaki kültüre bakalım.
Bu konuda çok uzağa gitmeyeceğim. Osmanlı’nın yedi cihana hükmettiğini, ne kadar savaş yaptığını, bu savaşların hepsinin saldırı savaşı olduğunu, taht kavgalarında birbirlerini nasıl boğazladıklarını yazmayacağım. Sadece cengaver bir ceddimiz olduğunu, bunu da kuşaktan kuşağa allandıra ballandıra tarih kitaplarımızda anlattığımızla, mehter marşları ile benlik kazandığımızla yetineceğim. 21. Yüzyıla kadar taşıma başarısı gösterdiğimiz töre kültürümüzü, bu kültür uğruna verdiğimiz kurbanları da yazmayacağım. Bugüne değineceğim. Bizde iktidar olmak, karşı tarafı karalamak, yok etmek, öldürmekten geçer. Menderes’i Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını asan zihniyet aynı zihniyettir. İktidarın karşı tarafı bertaraf etmesidir. Katillere önce devletin resmi görevlisi kimliği, sonrada şehit, kahraman unvanı verenlerde aynı zihniyettir. Bizde politikacılar, toplumun birliği beraberliği rahatlığı için değil, toplumu inananlar-inanmayanlar, açılanlar-kapananlar, dillere, dinlere, ırklara göre bölmek için vardırlar. Avrupa’nın birinci ve ikinci paylaşım savaşlarında yaydığı ölüm kültürünü, milliyetçilik zehirini gecikmeli olarak akıtırlar. Eğer yanılır da hak’dan hukuk’tan, özgürlükten bahsederseniz, caydırıcı metotlarına başvururlar ve sizi caydırana kadar, insan haysiyetinizi, onurunuzu, kimliğinizi kaybettirene kadar devam ederler, adınada, hayata dönüş operasyonu derler.
Halkı aç, sefil işsiz bırakırlar. İktidara gelenler kendi taraftarlarına kömür, gıda paketleri dağıtırken, karşı tarafı ötekileştirirler. Uygarlıkla mücadeleye din silahını kullanarak katılırlar. Aşk, sevmek, sanat günahlar arasında. Kadınları mal olarak görürler, mallarını örterek korumaya kalkarlar. Bize hep korku salarlar. Öcüler, periler, cinler yetmiyormuş gibi, açlıkla, terörle, savaşla korkuturlar. Uslu durmamızı sağlarlar. Kendi kültürlerini sahip oldukları medya sayesinde bizi kendi şablonlarına uydurmak için eğitirler. Tüm programlar insanların gözünü gerçeğe kapatmaya yöneliktir. Düşünebiliyormusunuz Popstar yarışması, Türkiye’de bugün yoksulluktan, işsizlikten, Avrupa Birliği’nden, Irak’tan da daha çok konuşuluyor ve daha büyük bir ilgiyle izleniyor. İktidarlarını sürdürebilmek için, halk arasında ölüm, şehitlik kültürünü, kaderi ve kederi yaygın hale getiriyorlar. İnsanlarımıza başkalarının aklıyla düşünmeyi, başkalarının aklıyla mutlu olmayı öğretirler. Televizyonlara sürekli olarak badem bıyıklı din adamları politikacılar ve sanat adına bilim adına vaaz veren karikatürler çıkarırlar.
Temel ihtiyaçlarını gideremeyen insan bir sonraki ihtiyacı için güdülenemez diyor Maslow. Yani açlıkla, yoksullukla savaşan bir halk için bilmek, düşünmek, fikir üretmek, kültür sahibi olmak lüksdür, daha sonraki basamaklardır. Yüzler, binler, milyonlar, katili, hırsızı, tecavüzcüsü, mafyası, hepsinin TC kimliği var, hepsinin din hanesinde muhtemelen islam yazıyor hepsi bizim insanlarımız, hepsi bizim toplumumuzdan çıkıyor. Madımak otelini, içindeki insanlarla ateşe verenler, saatler boyunca televizyonlarda canlı canlı seyredenlerde aynı kültürden aynı toplumdan çıkıyor. Durum böyle olunca toplum olarak önemli bir kişilik ve kültür problemi ile karşı karşıyayız. Doğuştan gelmeyen, sonradan kazandığımız bu kültürü hastalıklarından kurtarmanın gerekliliği ve sorumluluğu topluluğun sahiplerine düşüyor. Cinayeti kınamakla, karşıyım demekle karşı olunmuyor. Şiddeti uygulayıp, şiddet kültürü yayıp, her katliam sonrası kınama mesajı vermek hiç olmuyor. Şiddeti doğuran nedenlerle savaşmak, hem insani hem politik ahlak ve dürüstlük gerektiriyor.
Bu yazı 2008 tarihli Avrupa-Hürriyet gazetesinde yayınlanmıştır
anlamak.org