Çürümenin boyutlarına dair
İnsanoğlu günümüze gelene kadar çok çeşitli toplumsal aşamalardan geçmiş, varolma savaşı vermiş. Her dönemde karanlığa sarılanların yanında, kör karanlıkta kıvılcım çakanlar da olmuş. Günümüz kapitalizm döneminde ise topluma sistemin karekteri verilmiş. ‘’Çürüyen bir toplum, kapitalizm ve yöneticileri için tehlikesiz bir toplumdur.’’ İnsanı insan kılan ve hayvanlardan ayıran belirleyiciliği düşünüyor olmasıdır. Ama siz insanın bu düşünme niteliğini yok ederseniz, insan insanlıktan çıkar. O toplumda faşizm kendini meşru kılar, o toplumda haklı haksız kavgası yapılmaz, o toplumda fikirler tartışılmaz güçlü hep kazanır, o toplumun duygusu masumiyeti olmaz, o toplumda ne şiir yazılır, ne roman okunur ne de aşk yaşanır. O toplumda, o coğrafyada Cemil Meriç söylemi, “düşünce kuduz köpek gibi kovalanır”. Durum böyle olunca o toplum çürütülmelidir. Nasıl oldu da biz böyle bir toplum olduk?
Yemekte buluştuğum arkadaşıma ilk sorum akşam haberlerini izledin mi oldu? O da bana Türk kanallarını izlemiyorum, zaten izlenecek de birşey yok dedi. Aslında haklı olduğu yönleri vardı, Avrupa’da yaşayıp Türk kanallarını izlemek gerçekten iyi bir psikolojik destek gerektirir. Ama ben haberleri izlemesem bu dizeleri yazamazdım. Bir haftalık demiyorum sadece bir akşam haberi görüntüleri ve bu görüntülere olan isyanım kaleme sarılmama yetti. Devletin, polisin geleneği dayak atmak olabilir ama halkın geleneği dayağa karşı durmak olacaktır. Kameralar sanırım polisin joplarla insanlara saldırmasına yetişemiyor, polis ise insanları joplamaya, insanlığı ayaklar altına alıp ezmeye doyamıyor. Bir tarafta kafasına darbe alan öğrenci şu halime bakın bütün suçum bu sınav sistemine karşı olmam diyor. Diğer tarafta polis gecekondu yıkım çalışmalarına karşı duran mağdurlara saldırıyor, işçilere biber gazı sıkıyor, üniversitelere müdahele ediyor, aynı polislerin gözünün önünde eski bir milletvekili Ahmet Türk’ün burnu kırılıyor. Sanığın patronu konuşuyor; ‘’Her Türk vatandaşının yapabileceği birşey yaptı. Ben de onunla gurur duyuyorum.’’
Ben cengaverlik konusuna nokta koymak isterken enerji bakanı da yumruktan nasibini alıyor ve cengaver bu yumruk Türk milletinin yumruğudur diyor. Bu sözler bize hiç yabancı gelmiyor. Tıpkı Hrant Dink’in öldürülmesinde katille fotoğraf çektirenlerin olduğu gibi katille gurur duyanların katile şarkı türkü şiir yazacak kadar aklını kiraya veren sanatçıların olması gibi. Burada ben polisin yaptıklarına bakarak acaba bu kurum ve üyeleri hiç aynanın karşısına geçip biz insanlık ve insan onuru sözcüklerinden ne anlıyoruz, yaptıklarımızın demokratik ve insani değerlerin olduğu bir toplumda yeri var mı sorusunu kendilerine ve kurumlarına sormasını beklemiyorum. Polis bunları kendiliğinden değil aldıkları emirler ölçüsünde yerine getiriyor. Polis yaptıkları ile yaşamı işçisine, öğrencisine, halkına zehir ediyor. Nasıl ki, ulu çamlar fırtınalı diyarlarda yetişirse, nasıl ki acılar ıstıraplar Nazım Hikmet, Kemal Tahir gibi yazarlar yarattıysa, jop biber gazı işkence ve haksızlıkların varolduğu bir ülke, bunlara karşı mücadele edecek insanlarıda yaratır. Halbuki faşist olmayan hatta kırık dökük demokrasinin olduğu bütün ülkelerde insanların, öğrencilerin, işçilerin ülkede rahatsızlık duydukları uygulama ve haksızlıkları dile getirdikleri en demokratik tepki yolu protesto yürüyüşleridir. Eğer bir devlet bu tür demokratik hakları hazmedemiyor bir de bu hakları kullananları terör yasası ile yargılıyorsa o devlet kendi elleri ile halkını terörist yapıyor, o ülkede yaşayan halk da farkında olmadan terörist oluyor.
Her ülkede çürümenin değişik boyutları vardır. Bizim gibi az gelişmiş, kültür devrimini yapamamış, hiç aydını olmayan, olursa da ya öldürülen ya kaçmaya zorlanan, gericiliğin, ilericiliğin, dinciliğin, zorbalığın aklınıza gelen herşeyin yukardan aşağı dikte edildiği ülkelerde çürüme tepeden örgütlenir. Tepedeki çürümenin ölçeği de devletin üst yapı kurumlarıdır. Çünkü dünyaya gelen çocuk geldiği topluma iki türlü uyum sağlamak zorunda kalır. Biyolojik uyum ve kültürel uyum. Kültürel uyum doğarken beraberde getirilmez, gözünüzü açtığınız çevreden elde edilir. Yani doğduğunuz iklimin soğuk ve sıcaklığına alışırken kültürel olarak çürümüş bir toplumun çürümüş değerlerine de alışırsınız. Yani yumruk atanlarla, kurşun atanları ve bunlarla gurur duyanları içinde bulundukları toplum üretir. İsterseniz bu üst yapı kurumlarının sadece birkaçına göz atalım. Bizi yönetenlere, bize örnek olması gerekenlere bizim vekillerimize bakalım. Kavgasız günleri geçiyor mu? Birbirlerinin boğazına sarılırken, yumruklar havada, küfürler dillerde uçuşurken duvarlara da ‘’Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’’ yazmayı ihmal etmiyorlar. Başbakan ve muhalefet partisi liderleri Meclis’te, TV’de meydanlarda avazları çıktığınca birbirlerine bağırıp meydan okuyorlar. Bazan da bağıracak ses kalmayınca boğuk boğuk sesler çıkarıyorlar. Bağırmadaki maksat ağzınızdan çıkan sözcüklerin anlamı değil, ses tonunun yüksekliğidir. Zaten bağıran bir insan bağırırken düşünemez. Bunları dinleyen kitleyede soracak olursanız, konuşmacı ne dedi diye alacağınız bir yanıt yoktur dinleyicinin kafasında kalan tek şey konuşmacının iyi bağırıyor olmasıdır.
Ya bizi eğiten adı üniversite olan, içerisinde unvanlı insanlar barındıran kurumlar nasıl? Bir profesörümüz kalkıyor, “Evinizde köpek beslerseniz, melekler gelmez, ya da melekler içinde heykel ve resim bulunan eve girmezler diyor. Bir diğer profesör kalkıyor, ‘Nakşibendi Şeyhini rüyamda gördüm,’ diye Başbakan’a siyasi tavsiyeler içeren bir mektup yazıyor ve bu mektup ‘gereği için’ YÖK ‘e havale ediliyor. Cinler periler üzerine tez çalışması yapmaktan ilimle uğraşmaya zamanı olmayan üniversiteler. Ülkede dördüncü kuvvet olan medyamıza ne demeli? Eğer bir toplumda ahlaki değerler yok olma derecesine gelmişse basın bundan bağımsız kalamaz. Televizyonda izleme rekoru kıran, biri biterken diğeri başlayan diziler. Büyük maaşlarla çalışan sempatik haberciler düzenini bize şirin gösterebilmek için aldıkları yüklü paranın diyetlerini ödüyorlar. Neticede parası olanlar, parası olmayanları koyunlaştırıyor.
Biz nasıl oldu da böyle çürümüş bir toplum olduk sorusu ise; Mevlana ’nın o meşhur sözünün içerisinde kendine yanıt arıyor. ‘’TESTİNİN İÇİNDE NE VARSA DIŞINA O SIZAR’’ Dünün cinayet çetelerine sahip çıkanlar, yeşil kırmızı pasaportlarla ödüllendirenler, bugünün zorbalarını doğurmuştur.
anlamak.org