Yurtdışında yaşayıp Türkiye haberlerini dinlemek insanı oldukça umutsuzluğa düşürüyor. O haber spikerleri oradan oraya bağlanarak, tartışmaları, tutuklamaları, bombalamaları, ölümleri maç anlatır gibi soluk almadan, agresif şekilde aktarıyorlar. Haberler, olaylar, gündem o kadar hızlı değişiyor ki yetişmek bir tarafa izleyicinin başı dönüyor psikolojisi bozuluyor.
Ergenekon adı altında olup bitenlere bakınca, aklıma hıristiyanların günah çıkarması geldi. Her ne kadar günah çıkarmak kilisede yapılan katolik bir uygulama olsa da günümüzde değişik şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Tabii ülke ve söylemlere göre günah çıkarmanın yapısı farklılık gösterebilir. Hıristiyanlarda günah çıkarmak, günahın itirafı, tövbe ve bağışlama olarak algılanır. Bu işi sadece papaz ve rahipler yapar. Yani papazın affetme yetkisi vardır. Olay sadece papaz ve suçlu arasında kilisede küçük bir bölmede geçer. Kişi işlediği günahı papaza anlatır rahatlar ve kiliseden çıkarken kendini günahlardan arınmış hisseder. Yakın dostuma hiç günah çıkardın mı diye sorduğumda gülümsedi ve bizde kiliseler, halk arasında olup bitenleri bilmek istediklerinden din adı altında böyle bir uygulama başlatmışlar. O dönemde papazlar bulundukları bölgelerin bütün gizliliklerini bilirlerdi dedi ve ekledi. Biz günah çıkarmayı 19. yüzyılda bıraktık ve aklı iktidar yaptık. Akıl dışı kilise sınırları içinde kaldı. Onların bize müdahale etme devirleri bir daha açılmamak üzere kapandı.
Bu sözlerin üzerine, Türkiye’nin dünü ve bugünü bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Avrupa’da iki yüzyıl önce akıl dışılık kilise sınırları içerisine gömülürken, bizde daha yeni iktidara tırmanıyor ve ele geçirmek üzere. Hani teşbih de hata olmaz derler, bireyi, toplumu, yönetenleri, kurumları ile ilginç bir ülkeyiz. Otobüse binme sırası için yumruklaşır, bindikten sonra birbirimize koltuk ikram ederiz. Bu deyiş dün böyle söylenmiş, bugün değişik mi? Bugünün yüzlerce örneğinden sadece ilk ikisi, İsmet Berkan “Darbecilerini yargılayamayan ülke” başlıklı yazısında. “Darbe ihtimalini yargılıyoruz, darbecileri yargılamıyoruz. Diyor.” Milliyet, Çocuğa sahte sigorta yapana ceza geliyor. Çocukları, çalışmadığı halde, çalışıyor gibi göstererek sigortalı yapan şirketlere ağır para cezası getirilmesi planlanıyor. Peki, bu sözlerin muhatabı kim? Devletin kurumları. Daha düne kadar acele edin tarih dolana kadar çocuklarınızı sigorta ettirin diyen ile bugün cezayı göndermeye hazırlanan kurum aynı. Belediye çukuru gibi nerede nasıl ortaya çıkacağı belli olmuyor, halkı balık hafızalı zannediyorlar.
Peki ergenekon adı altında dönen dolaplar bir günah çıkarmak mı? Günah çıkarmayı Türkçe karşılığı tövbe etmek olarak algılarsanız sorunun yanıtı kesinlikle hayır. Bize henüz hesap sorma hesap verme kültürü gelmedi. Biz geçmişimizle, statükocu geleneğimizle hiç bir zaman yüzleşmedik, yaptıklarımızdan dolayı hiç bir dönemde tövbe edip ders almadık. Sadece olanların üzerini örtmede, kısa zamanda unutturmakta suçu, suçluları hep dışarıda aramakta maharet sahibi olduk. Ülkede olan hiç bir olayı doğru sorgulayamadığımız için, yenilerini yapmaya gebe olduk. Demokrasi, hak, hukuk, adalet sözcükleri sadece kitapların sayfalarında yer aldı. Bir mahkemenin 34 yıl hapis cezası verdiği olaya diğer mahkeme suçsuz dedi serbest bıraktı. Ne kadar ilginç, darbe ihtimalini yargılayan ülke, darbe anayasası ile yönetiliyor.
İkinci bir soru, günah çıkarmayı Türkçe karşılığı itiraf etmek olarak algılarsanız sorunun yanıtı bir ölçüde evet olabilir. Türkiye’de olup bitenlere bakılacak olunursa kişi ve kurumlarıyla zengin bir itiraf toplumunda yaşadığımızı anlıyoruz. Devletin kurumları birbirlerini Papaz’ın köyünü tanıdığı gibi tanıyor. Sen beni kapatırsan, benim de elimde yeterince malzeme var diyor. Bu binlerce sayfalık iddianame henüz açıklanmadı. Neticede dağ fare de doğurabilir. Olanlar uzun zamandır süren taht kavgasının son restleşmeleri. Restleşme, seçilip (hükümet) olanlar ile seçilmeden (siyasi iktidar) olanlar arasında geçerken halka da seyirci olmak kalıyor. Bu restleşmede seyircilerin kursağına düşecek bir darı yok ama sözlü övgü var. Sandık demokrasisinde şahsınıza düşen görevi iyi bir kul ve iyi bir vatandaş olarak yerine getirdiniz, size minnettarız.
Restleşmenin konusu, tarafların iktidardaki pozisyonlarının durumu. Siyasi iktidar diyor ki ben yüz yıla yakın hep ilk on birde yer aldım, oyunun kurucusu ve belirleyicisiyim. Bu pozisyonumdan vazgeçmem, AB falan dinlemem. Hükümet ise yüzde 50’lere dayanan bir oy oranı ile beni yok sayamazsın, hele kapatmaya hiç kalkamazsın. Pastaya ben de ortağım. Anlaşalım, en azından ortak noktalarımızda birleşelim. Halkı zamlarla, vergilerle ezerken birbirimize destek olalım.
Yüzyıllık geleneğe bakmayalım, çok geçmişe gitmeyelim. Kitap gazete de okumayalım. Kapalı kapılara, arka sokaklara, F-Tipine, Metris önüne hiç gitmeyelim. Arada bir canlı yayında kameraların önünde joplanan, tokatlanan insanlara, biber gazı sıkılan çocuğa, vahşice dövülen kadınlara, üzerine kurşun yağdırılan öğrencilere bakalım. Bunlar tanık, ispat, nereden duydun, doğru mu söylüyor gibi lüzumsuz sorular gerektirmiyor. Devlet’in televizyonunda çıplak gözle izliyorsun. Sonrada restleşenlerin birbirlerine hak, hukuk, adalet suçlamalarına kulak misafiri olalım. Bu söylemleri sadece kendi çıkarları söz konusu olduğu zaman anımsayanların sizce ne kadar güvenirliği olur? Ne dersiniz, günah mı çıkarıyorlar yoksa çıkarıyor gibi mi yapıyorlar.
anlamak.org