Grizu (kapitalizm) adın kalleş olsun
Daha üç ay olmadı, Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde bir maden ocağında meydana gelen patlamada 19 işçinin ölümünü medyamız ‘‘ölüm adın kalleş olsun‘‘başlığı ile verdi. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız olay yerine gelerek kömür ocağının başında beklerken, canlı yayında gidenlere ben daha bekleyeceğim demişti. Ben de bu bekleyişe anlam veremezken kendi kendime sormuştum, olan olmuş önlem alınmamış ölenler ölmüş bu neyin bekleyişi idi? Bugün 24 Şubat akşam haberlerini dinliyorum kanal D, Balıkesir’deki grizu faciası ve 13 ölüm haberini ‘‘Grizu adın kalleş olsun‘‘ diyerek veriyordu. Yine Enerji Bakanımız Yıldız açıklama yapıyor, çok üzüldük Başbakan talimat verdi, ölenlerin ailelerine 10’ar bin liralık yardımda bulunacağız diyordu. Ben de diyorum ki işte kapitalist düzen ve bu düzen sözcülerinin gerçek yüzü, insana emeğe verdikleri değer. Ölümün bedeli onbin YTL ile rahmet dilekleri. Ölümün, grizunun adına kalleş diyenler asıl sorumluyu madencilerin katili olan bu sömürü düzenini söylemeye dilleri, yazmaya elleri varmıyor.
Halkın çalıştığı işyerleri özelleştirilerek burada çalışan işçiler kapitalistlere pazarlanıyor. Almanya’da özel sektör ulaşım işine el attığında ilk işleri çok az yolcusu olan durakları ortadan kaldırdı. Maliyet halka kesildi kendi olanakları ile en yakın durağa ulaşsınlar denildi. İsviçre’de özel sektör postacılığa başlayınca bütün küçük mahalle ve köylerdeki postaneler ortadan kaldırıldı. Mektup atmak için posta kutusu konulurken diğer paket ve ödeme işlemleri için halka en yakın postaneye gitsinler denildi. Türkiye’de sadece maden ocakları değil devlet elinde ne var ne yok satarken işçisini, köylüsünü, emekçisini zenginin insafına bıraktı. Sağlıksız, güvensiz, sendikasız çalışma koşullarında işçiler azgın bir sömürüye terkedilirlerken çoğu zaman da bir yudum ekmek kazanmanın bedeli ölüm oldu.
Aslında maden ocaklarındaki patlamalar ne ilk ne de son olmuştur. Zaten ülkemiz iş kazalarında dünyada üçüncü, Avrupa’da ise birinci sırada yer alırken son elli yılda dört bine yakın insanımızı maden ocaklarında kaybetmişiz. İnsana değer vermeyen hükümetlerden elbette ki maden ocakların çalışma şartlarını düzeltmeleri beklenemez. Toplu iş cinayetleri, sorumsuz yöneticiler yüzünden insanlarımızın kaderi olmuştur. Hak arayacak bir merci olmazken, işçilerin haklarını savunabilecekleri sendikalar, ya mevcut hükümetler ya da ocak sahipleri tarafından engellenmiştir. Yukardaki örneklerde gördüğümüz gibi kapitalist sistemin mantığı, işçi sınıfına kalıcı bir refah sağlayabilmek için değil, tersine onları sefalete sürüklemek üzerine kurulmuştur. Çünkü zengin ve zenginlik üretmenin yolu yoksulluk ve sefalet üretmekten geçiyor. Çünkü maden ocağı sahibi için sadece bir değer yasası vardır; o da kar yasasıdır. Bu yasa, patronun ruhu ve tanrısıdır onu ilgi alanı maden ocağının kötü şartları değil, maden ocağının ne kadar kazanç getireceğidir. Patronlarımızın dünyası bu yasalara göre şekil alır, geriye kalan insanlık, bilim-sanat, vatan-millet, hukuk siyaset hepsi teferruatdır. Zenginimiz bu düzen ve kurallarını bilerek uygularken, biz bu düzen ve kurallarından bir haber olduğumuz müddetçe daha çok bedeller ödemek zorunda kalacağız.
Biliyorum, sizi ikna etmenin ne kadar güç olacağını da biliyorum. İnsanların içinde yaşadıkları koşullar, onların düşünce tarzlarını belirler. Farklı koşullarda yaşayanlar, farklı biçimlerde düşünür. Düşünce gecekondu odası ile kral dairesinde farklı şekiller alır. Egemen resmi ideoloji sayesinde nasıl ipnotizma olduğunuzu, inşallah, maşallah şükür kültürünü nasıl ciğerlerinize kadar çektiğinizi de biliyorum. Konya’da 18 çocuğa mezar olan kaçak Kuran Kursu çöküşünde çocuğunu kaybeden babanın Allah’ın takdiri kızım din öğrenirken şehit oldu dediğini, AKP Milletvekili Aksu’nun Beşiktaş kongresinde sorulan bütün sorulara hayırlısı olsun diye yanıtladığını, sahalarımızda gol atan topcuların çimenler üzerinde secdeye durduğunu da görüyorum. Ülkemizde bilim adına hurafeler okutulduğunu, çoğu TV kanallarının hayırlısı ile açılıp, hayırlısı ile kapandığını, sanatçısı bilim adamı, TV sunucularının yarışırcasına, yerli yersiz her cümleye bir hayır lafı sıkıştırdığını da duyuyorum. Siyasal iktidardan gelecek beklentiler için büyük medyamızın toplumu dinselleştirme sürecine tam bir destek verdiğini de görüyorum. Türkiye bozuk demokrasiden, din devletine doğru ters bir yola hepimizin gayretleri ile girdi. Bütün bunlardan sonra şunu da çok açık ve seçik söylüyorum; bugünkü küçük çıkarlar için geleceğini ipotek edenler bu aymazlıklara katkıda bulunan seyirci kalanlar, ilerde telaffisi olmayan büyük bedeller ödemek zorunda kalacaklar.
anlamak.org